29 Ara 2011

Beni uyutma

Yine eski sisteme geri dönüş yaptım. Sanırım dayanamıyorum bu performansa. dayanamıyor bedenim. Salıveriyor okuldan gelince bedenim. İnternete giremiyorum, blog okuyamıyorum. Vladimir'den, Missbone'dan hediyeler, mimler alıyorum, karşıılık veremiyorum. O açıdan bakılırsa çok rahatsız hissediyorum kendimi.


Bu hafta aralıksız hergün okuldan gelince 3-4 saat uyumadan edemedim. Buna izin vermez sanıyordum sevgilimin. Ne kadar 'Beni uyutma..'desem de uyutuyor, sonra geçiyor başıma beni izliyor. Kim bilir neler düşünüyor? Uyandığımda beni izlerken yakaladığımda dünyanın en mutlu insanı olduğumu hissediyorum. Öyleyimdir de muhtemelen ama kıyaslama kısmını geçersek birisi tarafıdnan sevildiğini ihssetmek insana gerçekten güven veriyormuş.


Bugün yine uyudum. Uyandığımda yanıbaşımda Kore dizisi izliyordu. Yemeği yapmış, yememiş, beni beklemiş. Daha ben ne isteyebilirim ki hayattan..?

24 Ara 2011

Balkan Savaşı

Uzun bir süredir yazmıyorum.. Aslında arada yazılmaya değer çok şey oldu ama bir türlü yönelemedim...

eksisozluk'ten okudum... 

MÜFETTİŞ: "arapça kelimelerin kökünü kafaya göre ayırma prensibi"yle yaklaşıldığında teftiş 

edenden çok fetiş sahibine benzeyen kelime.

Artık müfettiş de değilmiş. 'Denetmen...' olcakmış. Her ne olursa olsun ben müfettiş dicem.. Müfettişlerimizi ilk ziyaretimize aldık. O kadar hazırlık sonucunda adam bi sınıf defterine bile bi bakayım demedi... Meğer ki sadece rehberliğe gelmiş. 2. ziyareti daha fırtınalı geçebilir.. diye düşünüyorum.

Yıllı, alkolü seven hocalarımızdan bi tanesi bayan müfetişin tekiyle çok fena kapışmış. müfettişin bayanını hiç tahmin edemiyorum. Şöyle kalın çerçeve gözlüklü, sexeter görüntüsü olan bir model tahmin ederdim. Görmedim kendisini ama tavırları beni hiç yanıltmadı. 44 yaşındaki kendinden büyük bir öğretmeni öğle yemeğinden edecek kadar moralini bozan terbiye seviyelerinin yerlerde gezindiği bir müfettiş... Allaha yakın, benden uzak dursun..



Artık müfettişler böyle sorular sormaz oldular öğrencilerimize. Onların dertleri bizimle. Yıllık planın va mı? ŞÖK var mı? Zümrende şu belirtilmiş mi? Toplum projesi yaptın mı? Sınav analizi yapıyor musun? Sınıf defterine işlediğin dersi mi yazıyor musun?
tırı vırı... Bunun gibi 40 mevzu... Ha ben anlatınca anlamıyor, sınıf defterine 'Balkan Savaşı' yazınca anlıyor öğrenciler.. Hai o kadar kolay yani...

Neyse canımızı sıkmayalım, dinleyelim şarkımızı...



17 Ara 2011

Bir öğretmenin isyan ettiği nokta

'Öğretmen olmak rahat iştir!' denmesi yurdum insanın bizlere ne kadar bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarını açıkça göstermektedir. 'Kardeşim bir kere memursunuz, maaşınız sabit..' diyenlere şu 2 soruyu sormak isterim. 

1. Evine iş getiren kaç memur gördün? 
Bunlar kalsın yarın devam ederim mantığıyla memurun işi hep ertelenir. Öğretmen ise yarına yetiştirmezsem şu olur bu olur telaşıyla o iş eve gider.
2. Evine iş getirmeyen kaç öğretmen gördün?
Evinde yapmazsa olmayan bazı öğretmene ait işler vardır ki bu bilgiyi öğrenmeleri için ya bir öğretmen olması gereklidir ya da bir öğretmenle evli olması gerekir. (Emekli öğretmenleri konu dışında bırakıyorum.)


Neden bu kadar sinirliyim?
Çünkü bugün benim en sevdiğim gün ve ben bugün insanların öğretmenler için en basit olduğu zannedilen işlerim yüzümden okula gitmek zorunda kaldım. Kaloriferi yanmayan ve Sibirya soğuklarını aratmayan sınıfımda performans ödevlerini (bilmiyorsunuz dimi? Sizin bildiğiniz dönem ödevlerini) değerlendirdim. 5 saat sürdü. Uykumu alamadığım için haftanın en sevdiğim saatlerini uyku ile geçirmek zorunda kaldım. Şimdi uyandım. Üstümde bi mallık var. Bunun için paramı aldım? Hayır. Ama memurum. Sizin bildiğiniz 'fazla mesai' işi ne oldu?

Yoğunum. Bu dalgınlık da meydana getiriyor. Sevgili sevgilim benden akşam gelirken almam gereken birkaç şey isteyecekse bir kağıda yazıp akşam dönüşte onları alma eylemim herhalde birçok Türk erkeğine has özelliktir. Lakin 'Söz uçar, yazı kalır.' sözüyle olaya bakılıp 'Bugün birşey unutmadım.' rahatlığı varken insanlarda, bu olay bende çok kısa sürer. Bir telefonla arayım diyip elime cebime attıysam eğer bu kez telefonumu okulda unuttuğumu farkederim yine bu unutkanlığıma bir küfür sallarım. Yazılı kağıtlarını unutmayım diye akşamdan kapının önüne koyarım. Kapıyı çekerken kapının dibindeki kağıtları görmeden kapıyı çeker giderim. Durumu, taaa ki okula vardığımda farkederim. Umarım başıma büyük belalar gelmez...

Öğretmenlik gerçekten yorucu. Yine geçenlerde ADEY olayları öğretmenlerin üstünden geçti, hiçbirinizin haberi yoktu. Geçen sene TEFBİS vardı. Zaten ne oluyor kardeşim biz öğretmen miyiz anketör müyüz dedik büyün meslektaşlar olarak. 2. dönem de bir benzeri geliyormuş. Bana da geliyorlar doğrusu. Böyle giderse yapmam gereken 1. öncelikli işlerimi aksatır hale gelebilirim. Bunun huzursuzluğu beni geriyor. Onun haricinde bir de bizim bu işlerin eğitim-öğretime zararı yetmiyormuş gibi seminere çağırarak derslerin boş geçmesine neden oluyorlar. Ondan sonra programı yetiştirmeliyim derdini öğretmen çekiyor. 

Bir türlü 'İşim bitti' diyemiyorum. Kendimi bir sınava falan hazırlanıyor sanıyorum. Yapılması gereken biton iş var. Gelecek haftaya anlatmam gereken konunun sunumunu yarın hazırlayacakken, şu 5 saatimi alan performans görevlerini e-okula girmek şuanda yapmam gereken iş olarak beni bekliyor. Ondan sonra da proje görevlerini ayarlamam gerekiyor. Yoksa Pazartesi günü okula girdiğimdeki ilk 10 metre içinde öğrenciler tarafından 350 defa sorulacak olan 'Bana proje görevi verir misiniz?' sorusuna verebilecek bir cevabımın olması gerek. Kavramlar ne kadar çok değişmiş değil mi? İşte buişler böyle beyler. Öğretmenlik, sizin bildiğiniz gibi 'Salla kafayı al maaşı.' değil...

'Bu Benim Eserim' pojesi diye birşey var bir de. 6, 7, 8. sınıf öğrencilerinden birşey tasarlamasını, fakat bu şeyin asla ve asla önceden yapılmamış birşey olmasını istiyorlar. Dereceye giren örneklere baktığında 'yuhhh...' diyorsun. Çünkü o örneklerin fikirlerini ve pratikte yapımını ne bir öğrenci, ne de bir öğretmen yapabilir. Bir sürü illegal iş dönüyor. 2-3 çocuğu meşhur etme niyetiyle geçen bir sürü boş dersler. Kesinlikle ve kesinlikle öğrenciye katkısının olmadığını düşündüğüm bir projeyi yapmamız için baskılar tepemizde koşuşturuyor. Gerçekçi olmak lazım efendim. Hiçbir okul bir özel okul gibi değil. Maddi imkanları, olanakları, öğrencilerin dünya görüşü belli. Ben sadece 'ders anlatılmalı, ders çalışılmalı.' demiyorum. Tabi ki öğrenci öğrendiğini günlük hayatta görecek. Ama bunu isterseniz öğretmenlerimize bırakın da kendi olanakları doğrultusunda göstersinler. Hiçbir okul aynı değil. Tuvaleti olmayan bir okulla, üniversitelerden yardım alan kolej okulları aynı değil. Bunları aynı torbaya koyamazsınız.

İşimi seviyorum. Öğretmenlik tam benim yapmam gereken bir iş. Hergün 10 saat ders anlat deseler eyvallah derim. Fakat bizleri yöneten insanlar bizim bir anketör veya dolgu madde olmadığımızı bilsin istiyorum. Olaylara biraz da gerçekçi gözle bakması gerektiğine inanıyorum.

9 Ara 2011

Yılbaşı karmaşası

Heralde hayatımda bir daha hiç bu kadar biden fazla 'yılbaşını birarada geçirelim mi' sorunsalı ile karşı karşıya kalmadım, kalmayacağım da. Yıllardır... -hatırlayamadığım veya şimdi hesaplamaya erindiğimden olsa gerek bu ifade kullanıyorum- 80 yıldır yılbaşını yalnız kutluyorum. Ev arkadaşlarım içerde TV izlerken ben odamda uyuyakaldığımı, evde tek başıma internet başında veya müzik dinlerken geçirdiğimi bilirim... veyahut aile saadeti işte... Yani hiç bi eğlenceye gidip rahtça istediğim gibi davvrandığım, içtiğim, muhabbet ettiğim bir yılbaşı geçirdiğimi hatırlamıyorum.

Bu yıl ise eşimin bir arkadaşı ve benim ilkokuldan beri görüştüğüm en eski diyebileceğim arkadaşım... İkisi de davet etti. Bu da hiç iyi değilmiş efendim... İkisini de çok severim lakin birini reddetmek gerekiyor. İlkokul arkadaşım dediğim H.C diyim artık kendine... H.C'nin sağı solu belli olmaz. 'Bi arkadaş daha geliyor..' der ve kendimi onun aşırı sosyal yanında yalnız hissetmeme neden olmazsa hiç şaşırmam. Gariptir, bazen düşüncesizdir, plan yapar, panik ataktır. Ama çok severim... Diğerlerini beklemeye almak istiyorum çünkü H.C ye bi söz verdik bakalım...

--------------------------

mim-ödül arası birşeyler dolanıyor blog aleminde... Missbone de beni eklemiş. Yani ödüle boğğmuş. Acaip şımardım, çok mutlu oldum. fakat okursanız görürsünüz. 10 kişiye ödül vermem gerekiyormuş. Aslında uzun zamandır yazamamın nedeni buymuş, yeni farkettim. Günlerdir bunu düşünüyorum. Ne yaparım, ne ederim diye. Ben akrarsız adamım kardeşim. Ödül benim için önemlidir. Kime ne diyeceğimi bilmem için oturup uzun uzun üzerinde konuşmam, tartışmam, uzun uzun yazılar okumam lazım. Lakin Perşembe günü okuldan gelince (18:00'da) yorgunluktan uyuyakalarak ne kadar yoğun bir insan olduğumu bir kere daha anlayıp, 'Daha fazla kasma olum..' diyerekten beyaz havluyu atmış durumdayım. Kusura bakma Missbone. Özür diliyorum senden...

4 Ara 2011

Kaliteli Müzik Dinlemek

Bu konuyu ilk kaleme alışım değil. İşte burada sinyallerini vermiştim aslında... O zamanlardan bu yana adam akıllı elime alamadım bir türlü şu gitarı. Hiç mi almadım? Aldım ama disiplinli bir çalışma içine giremedim. Her elime aldığımda aynı şeyleri çalmak, aynı tellere vurmak sıkıcı geliyordu artık. Yeni bir tarif öğrenmeliydim. Ama olmadı. Hayat beni uzaklaştırdı ondan. Kusura bakmayın çok ukala bir yazı olacak bu sefer...



Bir anda eskilere dönüp bu konuyu tekrar açmamda 2 sebep yatıyor:
Bu konunun halen içimi kemiriyor olması ve sevgili dostum E.E.E'nin eskiden atmış olduğu bir solo ekiyle yollamış olduğu mailde -bunu demek istemiyorum ama- gitarı bırakmış olmanın acısını benimle paylaşmış olması. Bak yine atıyor nabzım seri seri, sinirlendim yaaahu... Dur bi meyve yiyip geleyim bari...

Geldim... Süreci değerlendirdiğimde şöyle bir kanıya varıyorum. 'Gitar çalmak' denilen şey sadece teller, perdeler, parmak antremanları, akor ve notalardan ibaret değil. Bu tekniklerimizi geliştirmekle kalmayıp bu alet bizlere başka değerler vermiş durumda. Artık bir müzik sesi duyduğumuzda farklı dinliyoruz diğerlerinden. Rock seviyoruz. Ama bir özenti gibi değil. Kaliteli ile kalitesizin ayrımını yapabiliyoruz. Farklıyız ve bundan dolayı gurur duyuyorum.

"Ne tarz müzik dinlersin" diye sorduğumda insanlara "Kulağıma hoş gelen her türlü müziği" dinlerim derkenki yüz ifadesi 'Yani müzik kültürüm çok geniş, her tarzı bilirim, her bi boktan anlarım ben...' diyen müziği küçümseyenlerden farklıyız biz. Bunu derken sanki bizler kulağımıza hoş gelmeyeni kendimize acı verirmişçesine dinlermişiz gibi söyledim. Fakat yanılıyorsun. Bira içerken rock dinleriz, lakin her rock yapanı dinlemeyiz. Pop dinlerken şarkıya eşlik ederiz, lakin her pop yapanı dinlemeyiz. Tekno dinlerken dans ederiz, dans ederken sarhoş oluruz, lakin bunu her teknoda yapmayız... Yani anlayacağınız gitar bizlere bir elek, bir test aracı geliştirdi. Bazılarına para, bazılarına aşk, bazılarına... ne biliiim işte bişiler kattı bu şey işte... Ama bize kattığı en önemli şeyin bu olduğunu sanıyorum: Kaliteli müzik dinlemek...

30 Kas 2011

Hay ben GSM operatörlerin de özellikle amcamın da...

Hay ben GSM operatörlerin de özellikle amcamın da... Olay şöyle gelişir:

Yaklaşık 2 hafta önce amcam (annemin ablasının eşi; genelde bu kişiye 'iniştee' denir ama bende olmyuor, çıkmıyor, yapamıyorum, ne yani psikoloğa mı gideyim yok...) benden kimlik fotokopimi fakslamamı istemişti. Neden mi? Şu yüzden...

Yaklaşık 4 yıl önce ben öğretmen aveası alınca teyzem de annemle geniiiiiş geniiiş telefonda dedikodu yapabilsinler diye ben bu teyzeme öğretmen aveası almıştım. Hatta benim numaramla seri idi falan filan... Tabi hat benim üzerime... Neyse bunun faturaları yatırılmış vs... neyse sonra işte geçenlerde (yani 2 hafta sonra) amcam hattı değiştirmek istediğini söyleyerek benden kimliğimi istedi. Benim de zaten vaktim vs yoktu. Ben de yolladım. Bu oradan bulunduğu yerdeki avea bayisinden (artık tanıdıkmış, nasıl tanıdıksa...) iptalini falan yapcekmiş. e iyi bakam didik yolladık.

Ertesi gün saat 12:00: bana bir mesaj gelir. 'Hattınız İSTEĞİNİZ ÜZERİNE tek yönlü aramalara kapatılmıştır.' Gün içindeki okulum biter bitmez eve gidip amcamı aradım. (sevgilim telefonundan) Açmadı. İyice sinir oldum. 444500 ü aradım. Meğer ki benim üstün yetenekli amcam iptal etmesi gereken kendi numarası yerine benim numarayı veriyor ve benimkini iptal ediyor. Neyse onu iptal ettirdim, hattım aramalara açıldı. Diğerini de kapatayım, artık onunla işim yok dedim. Ama müşteri hizmetlisi önce kontörlü yapalım falan zırvaladı. Ben de 'senin gibileri çok geçti elimden, salla kontörlüyü falan, sen kapat direkt' dedim. (yani demek istedim...) O da eğer kapatmak istiyrosan yarın kesin avea bayisine gitmem gerektiğini yoksa 2. faturanın bi taraflarına kaçabileceğini imaetti. Tamam o zaman kontörlüye çevirin ben de kontör yüklemeyim, kendi kendine kapansın erisin gitsin diyerekten güzelce tükürdüğümü yaladım. O da mutlu oldu, anlaştık ve olayı kapattık. Aradan yarım saat sonra amcam arar ve herşey normalmiş gibi işte faksını aldığını gerekli işlemleri yaptığını falan söyledi. Ben de gelişen olayları anlattım. O da "yaaa nasıl olur öyle şey, becerememişler...." vs attı tuttu... Sen bana bi daha yolla kimlik fotokopini, hatta yollama direkt taratıp mail at vs..." dedi. Tabi bu olaylar gelişirken takvim 1 gün attı. Ertesi gün bu arayıp herşeyi hallettiğin vs söyler. Aradan tam 6 gün geçer bana bir mesaj: "0541............ numaranız isteğiniz üzerine operatör değişikliği başvurunuz tamamlanmıştır." gibilerinden anlamadığın bir mesaj... Mesajdaki numara benim teeeeeeeeee eski vodafone numaram. Olayla hiçbir alası yok. Boşverdim, uğraşamadım derken çaaaattt telefon tamamen kapandı.

Aveaya giderim. Sim kartınız cortlamıştır derler, yedek sim kartı alırım, '1 saat içinde açılır' derler, aradan 2 gün geçer yalan olur. Tekrar giderim avea'ya sonuç: "Hattınıza ait bu numara Vodafone a aittir." 
Bu olayı öğrendikten sonraki ilk sözüm: "Hay ben GSM operatörlerin de özellikle amcamın da...  "

-----------------------

Bu yazıyı yazarken kendimi müşteri hizmetlisine söylenirkenmişim gibi hissettim.
Şimdi nasıl mıyım?
Hattımın aveaya dönmesi için 6 gün daha beklemem gerekiyor.
Telefonum yok gibi, arandığımda ulaşıılamıyorum.
O yüzden çok mutluyum... :))

28 Kas 2011

Birbirinden alakasız 3 konu

Komik insanlar var etrafımda. Aslında bir açıdan bakıldığında da sinir bozucu. Gerçekten sinir bozucu da olabilir ama belki gülüp geçiyor olabilirim. Bu yazıda yacağım bütün örnekler için bu dediklerim geçerlidir efendim...

#1:
Okulda empati yeteneğini geliştirmek istenen öğrencilere en son yapılması gereken şey nedir? ya da yapılmaması gerektiğini düşündüğüm şey nedir?
"Ben senin yerinde olsaydım..." yazılı kağıtları yaka rozeti haline getirmek ve bütün okuldaki öğrencilere dağıtmak. Sonra da bu öğrencilerin ani tepki vereceği bir anda o yazıyı görüp vermek istediği saldırgan tepkiden vazgeçmesini beklemek... ufff hoca ben yapayım da bırak benim peşimi emi?

#2:
Öğrenci dediğin öğretmen sinrirlendiğinde susaar dimi? Fakat cinsine denk gelirsen sen sinirlendiğinde o üstüne gelir. Üstün deneyimlerim sayesinde (:) müdür yardımcısına götürmüşüm iyi ki de yoksa delik kalbini ben yaracakmışım bebenin...

#3:
Bir de canı sıkıldığında ders işlemeyen öğretnelerin bahane aradığını düşünürdüm hep. Ama öyle değilmiş. Umarım öğrencilerim benim hakkımda öyle düşünmüyorlardır. Ne de olsa onlarla olmaktan hoşnut olmasaydım teneffüslerde dışarı çıkardım...

20 Kas 2011

Kaybettik

Bir kedi, benim yüzümden dünyayı terketti. evet... Dün bir kedi öldürdüm. Aslında konuya bu kadar direkt girmeyi düşünmüyordum ancak olayın oldukça etkisindeyim artık kusura bakmayın sizi de biraz şok etkisinde bırakmış olabilirim. Velhasılkelam gelelim konuya...

Yapılması gereken çok iş vardı. Yanlış sipariş ettiğim kitapları kırtasiyeye iade etmek için okuldan kitapları almak için yola koyulmuştum. Yapılacak çok iş vardı. Banka, fatura, parasal mevzular vs... Bütün bunlar hepsi birdden üstüme gelince benim beyin kısıs devre yapar. Arasıra kopukluklar olur. Lakin bu durum gün içerisinde çok oldu. Masayı toplayıp, bulaşıkları bulaşık makinasına koymam gerekirken sadece bulaşıkları alıp tezgaha koymakla yetiniyorum. Bu, işten kaçmak değil. Neyse ki sevgilim bunun farkında ama huzursuz. Her zaman beni kontrol etmesi gerektiğini düşünüyor. Bu da beni rahatsız ediyor. Bütün bu dalgınlıklar içinde günümü yaşarken arabadayım. Eve varmak üzereyim. İşlerim henüz bitmemiştir. Sadece okuldaki sınıfımın anahtarını unuttuğum için geri dönmek zorunda kalmışımdır ve acele etmek zorundayımdır. Yapılack çok iş vardır. Araba hız yapar ve önüme bir kedi atlar. Bir an 'umarım kurtulur...' dileklerim içimden geçerken 'tık, tık...'  Biri ön, diğeri arka lastik... Araba sanki küçük bir kasisten geçmiştir. Ama yolun o kısmında kasis yoktur. Çukur da yoktur. O kedidir...

Dikiz aynasına baktım ve yerde çırpınan bir kedi... Bu olaylar hemen hemen evin önünde oldu. Hemen 2 poşet aldım, yanına gittiğimde artık hareket etmiyordu. Dişiymiş, yavruları varmış, doğurmuş. Umarım yeteri kadar büyümüşlerdir. Dikkatlice kediyi poşetin üstüne koydum ve doğru veterinere... Dörtlüleri yakıp, hız yapmalı mıydım? Sözkonusu bir kedi olunca bu benim kırmızı ışıklardan gidebileceğimin özgürlüğünü verir miydi? Neyse bu konu üzerrinde çok düşünmedim, kurallara uygun bir şekilde gittim veterinere. KARAR: "Kaybettik..." Hüzünle, başı eğik ve bir suçlu gibi (burası Barış Manço'nun kol düğmeleri şarkısından alıntı yapmış gibi oldu..) gittim okula doğru. Hizmetliden 1 kazma, 1 kürek ve 2 de öğrenci aldım. Çıktık dağa taşa, kazdık çukuru ve gömdük kediyi. İşin içine çocuk girince hüzün ortadan kalkıyor. "Başını nereye verelim?" espirisinden sonra hüzün müzün ortadan kalktı. Çocuklara da teşekkür veya kedi hayrına kola ısmarladım. Yani aslında kolayı ısmarlamamdaki amaç tamamen çocuklara yönelikti. Ancak çocuklardaki müthiş mizah anlayışı kolayı farklı yönlere kaydırdı. Neyse artık ölenle ölünülmez demişler. Ben de içimdeki hüznü attım içimden. Yapılması gerken bir görevi daha yerine getirmenin rahatlığıyla okula geri döndüm ve geri kalan işleri bitirdim.

dipnot: Bu gönderi dün yollanması gerekiyordu, lakin klavye sesinden dolayı gönderi bugün tamamlandı...

16 Kas 2011

Bence dalgın bir insanım

Sınav kağıdı okumak hiç bu kadar işime gelmemişti doğrusu...


Öğle arasındaydık ve her zamanki gibi benim kaybedecek vaktim yoktu. Hele ki sınav haftası gibi yoğun bir haftada sınav kağıdı mı okuyayım, derse hazırlık mı apayım, yoksa bugünkü rehberlik dersine mi hazırlanayım... 4 dönüyorum siz anlıcaanız okulda. Girdim sınıfıma. Bir başıma başladım sıanv kağıtlarını okumaya. Çünkü öğrencimler için birinci öncelik sınavlardır, hıh...

İşim biter ve benim kafa bimilyon olur. Kendimi aşağı katlara atarım ve bir de bakarım ki bizim öğretmenler toplantı halindeler. hmmm... 'Neden benim haberim yok?' sorunsalı gündeme gelecek gibi görünüyor. Herhalde bu duyuruyu yapan vatandaş yine görevini tam anlamıyla yerine getiremedi. Yapacak birşey yok, toplantıyı astım ben. Ama işime de gelmedi değil...

*****************

Bugün sevgilime (halen daha eşim diyemiyorum, sevgili huleynn) almak istediğim telefonu 6 taksitle almaya çalışmıştım. Lakin bağlantıdan mı yoksa sistemden mi yani tıvırı bir sebepten dolayı sayfa yenilendmek zorunda kaldı. İşleri aceleye getirdim ve tek çekimle 400 küsür lirayı gelecek ay kredi kartıma haşıııırtttt diye geçirdiler. Geçmiş olsun bana...
(NOT: Biliyorum içinizden kredi kartımın şifresinin çalındığını düşünüyorsunuz. Yapcak bişi yok. Çalan kişi için ise üzgünüm; kredi kartımın limiti çok değil...)


*****************

Gün içinde kendime vakit ayıramadığımı hissediyorum... Bence çok mühim bir konu. Üzerinde düşünmek gerek. Şimdi ben gidiyorum, gelince düşüncelerinizi alıcam. Hadi okuyucu hoşçakal...

8 Kas 2011

Kurban Bayramı Tatili

Bu bayram farklı bir bayramdı benim için. Aslında birçok insana göre normal olduğu halde benim yıllarca uzak durduğum etkinliğe bu yıl start verdiğimden kaynaklanıyor bu farklılık.

Bu yıl Balıkesir'in Sındırgı ilçesindeydim. Eşimin akrabalarına ziyarete gittik. Tabi benim tabiatıma farklı olduğunu düşünen kişilerdi. Bunları biliyordum. Lakin köy yaşantısı benim için hep çekici olmuştur. Sıcakkanlı, güleryüzlü insanlardı. Bu yeterdi zaten benim rahat davranmama.

Yere ayak basar basmaz "Nasıl buldun Sındırgı'yı?" sorusundan zaten tedirgin oldukları son derece belli oluyordu. Eşimde beni gözlüyordu. Bu izlenim ilk etapta beni rahatsz ediyordu ama daha sonra benim rahatlığımı düşündüklerinden böyle davrandıklarını farkedince daha da mutlu oluyordum. Beni kabullenmişlerdi. İçlerindeydim artık. Farklı bir hava vardı artık...

Yıllar önce anneannemlere gider, amcamlar, teyzemler, kuzenler hepberaber harlagürle koştururduk etrafta. Şimdi ise apayrı bir ailenin elemanı gibi hissettim. Soğukluk olacak zannettim ama öyle olmadı. Şimdi aynayı bizim tarafa çeviriyorum. Görüntüde sadece kendi çekirdek ailem var. Sizleri seviyorum annecim babacım VE kardeşim... Amcalar, dayılar teyzeler, kuzenler mi? Onlar birbirinlerinden habersizler. Onları düşünmek istemiyorum. Farklı bir soğukluk hissediyorum artık aramızda.. :(

Bu tatil farklı demiştim benim için. Evet... İnanmadığım bir dinin bayramında kendimi evin değil, bütün dinin misafiri gibi oldum. 
Hayvan pazarına gitmeler, hayvanlar hakkında fikir yürütmeler...
Hayvanı itip kakıp dama (ahıra) götürmeler...
Kurbanı keser kesmez hemen mangalda yemeler...
Bunlar her yıl yapılır. Lakin ben hiçbir zaman böyle birşeyi yaptığımı hatırlamıyorum.
Hoşuma gitti ama yapılmalı mı tartışılır...

Kertil denilen full orman yerinde huzura ermenin tadını yaşayacakken soğuğun azizliğine uğradım. Lakin oksijeni solumam yetti bana. O nemli havanın bana iyi geceleceğini tahmin eden hayat arkadaşım, sevgili sevgilim... Yemekten aynı tabaktan yemek yediğimiz için aç kalktığımı farkeden sevgili sevgilim... Aç kalktığımı farkettiği için o ormana giderken çantasına birkaç tane atıştırmalık birşeyler hazırlayan sevgili sevgilim... Yine beni can damarımdan vurdun. Seni seviyorum....

Mızmız biriyim, biliyorum. Birşey istendiğinde yapmayacağımdan değil. Birazcık direnç gösteririm ben, sen bilirsin beni. Evet bunları sen de biliyorsun. Fakat bu kadar kendimi rahat hissettiğim -ataerkil- bir yerde bu davranışlarım seni sıkıntıya düşürdü. O yüzden özür dilerim. Ne mi oldu sevgili blog okuyucusu? Sana da anlatayım.

Şimdi söyle birşey... Şimdi sevgilim benden birçok şey isteyebilir. Mesela su, çay tırıvırı... Yani birçok ataerkil ailede görülmeyecek davranışları ben gösterebilirim. 'light' lık değil, 'medenilik' diyoruz biz buna... Şimdi böyle birine alışan sevgili eşinde eğer birşey isterse ve sevgilisi de mızmızsa (ama yukarıda dediğim gibi mızmız olmasına rağmen yine de onun istiğini zevkle yaparsa...) işte o zaman oranın yerli halkı beni (yani mızmız sevgiliyi) zorlanmış gibi hisseder. Bu durumda karşı sevgili uyarılılr. Ondan birşey isteme der. Yani dönen çarka çomak sokulur ve en kısa zamanda ortam terkedilir...

Atandığımdan beri ilk defa birilerine bayram harçlığı verdim. Büyük bir zevkmiş yaahu bu. Yani insanlara maddi anlamda yardım etmenin tadına vardım. Dedemler de ilginç birşey istedi benden. Seneye danaya girer miyim? hmm... Bazı gerçekleri bahsetmek gerekli miydi acaba? Yoksa hiç girmesek mi o konuya? Biliyorum nedenini... Dana işi masraflı iştir. Lakin yardıma ihtiyaçları var. Şimdi ben bu insanlara sırf danaya girsinler diye yardım edersem (bu olaya inanmadığım halde) acaba onların dönen çarkına çomak sokmuş olur muyum? Yoksa (gerçi yok öle birşey ama..) sevabı ikiye falan katlanırmı? Amaaaan... ben de zaten dedelere nasıl yardım ederimin yollarını düşünüyordum. eveeet, seneye bir ateist danaya giriyor... :)) 

Teşekkürler Sındırgı insanı...
Kötü şoförleri, düzensiz pazarı, dağ köyleri, havanları, ağaçtan toplanan cennet hurmaları ve narları, sürülen atları, at üstünde cirit oynayan vahşi insanları, misafirperver insanı, güleryüz insanı, damat tarafını sahiplenen insanı...

yorum yazın yorum... evet az yazıyorum ama siz az yazmayın, çok yorum yazın...

3 Kas 2011

Özel ders

Özel ders veren matematik öğretmenleri neden çok yorulduklarını saklarlar ki anlamam. Kardeşim canınız çıkıncaya kadar deli gibi çalışıyorsunuz. Paranın dibine vuruyorsunuz. Tamam iyi biriktiriyorsunuz. Peşin araba alıyorsunuz. En lüksünden şeyler giyiniyorsunuz lakin mutlu musunuz?

Ya ben öğrenci bulamıyorum diye savunma mekanizması geliştiriyorum, ya da gerçekten halimden memnunum.

9 Eki 2011

Paylaşım

Evleneceğim kadınla (birlikte) film izlemek, (birlikte) gezmek, (birlikte) yemek yapmak, (birlikte) yemek ... yani birlikte paylaşmak istedim herşeyi...

Japon dizilerine sardı buaralar. Onu buna alıştıran lise arkadaşıydı. Sinir oldum. Yaaa abi çok komik yaaa adamların tepkileri. espri anlayışları, tepkileri falan bi garip. Zorla dayatma hissettim biranda. Sırf birlikte birşeyleri yapma adına yeni başlayacağı dizinin birinci bölümünü izlemeye çalıştım lakin yarısına kadar dayandım ve kaçtım.

... ve farkettim ki o da beğenmemiş bu diziyi. :)

13 Eyl 2011

Mutluluk paylaştıkça güzel

Bu kez hiç dert, tasa, kaygı, üzüntü duymayacağım.

Bu kez resmini çizemediğim kadar güzel bir dünyadan sesleneceğim.
İş koşulları, evlilik süreci, yaşam alanı...

Keşke herkes benimki kadar mutlu olabilse hayatından...

31 Ağu 2011

Müşteri hizmetlisi

Cep telefonlarında müşteri hizmetlerine bağlanmak için deveye hendek atlatma durumlarını siz de yaşadınız mı? Evet.. En son vodafone hattımı kapatmak için müşteri hizmetlerini aradım. O kadın sesinden kurtulup canlı bir sese (erkek de olsa olur..) ulaşmak için mideme tanı konulamayacak şiddette ağrılar bastı. En sonunda kendimi telsim cep şopta buldum. Onlara anlattım derdimi. neyse onlar hallettiler sorunu. Sıkıntıyı söyledim. böyle böyle bir türlü ulaşmaıyorumdiye falan. Buldukları yöntem süpermiş. orada söylenilen numaralar haricinde başka bir tuşa basacakmışsın. sana “yanlış tuşa bastınız, tekrar deneyiniz.” dedikten sora tekrar yanlış tuşluyormuşsun ve müşteri hizmetlerine (canlı olanına..) ulaşa ulaşabiliyormuşsun. Ne üper birşey bu ya…

Bir de telefonun diğer ucundaki müşteri hizmetlinin durumunu düşünsenize. Bütün gün vodafon dan şikayeti olanların sayısı 3… :)

5 Tem 2011

Anahtarlıkta boş yer var mı?

Uzun süredir ne intenret ne başka birşey... Bilgisayar kullanmasını unutacak kadar uzaklaştım artık. Okumam gereken o kadar çok yazı yapmam gereken o kadar çok yorum var ki... Artık beni İstanbul'da bilmeyin mümkünse ben Aydın Söke'deyim. Hayatımın dönüm noktasındayım. Yaklaşık 12 saat sonra hayatımın yarısı başka birine ait olacak. Belli başlı görevlerim var. O'nu mutlu etmek, O'na layık olmak... gideeeer gider....

Geçenlerde yapmam gereken sürprizlerden birkaç tanesini sizinle paylaşmıştım. O zamandan beri aklıma bu yoğunlukta bir sürpriz gelmiyor. Ve gelmediği gibi elimdekileri de mahvediyorum.

Yaklaşık 10 yıl öncesi falandı. Yine bir ev taşınma telaşında annem evde başı bimilyon... Evde boş gereksiz gördüklerini atıyor. O sırada babamın iş arkadaşlarından ak saçlı doğa bilimci amcam bize ziyarete gelir. Ziyaret kapıdandır. Ne de olsa evde büyük telaş vardır...
Amca: kolay gelsin..
Anne: saol..
Amca: nabıon?
Anne: gereksiz eşyaları atıom
Amca: Bu eski mandolini de mi atıon?
Anne: Evet yaaa ne işe yarayacak, döküntü işte...
Amca: Onu ben sizin küçük oğlan için vermiştim. Sizin işinize yaramıyorsa alayım!
demesiyle annem MORRR....

Bu olaydan sonra annemi çok ayıplamıştım. Ama şimdi benzer boku ben yidim. Ev eşyalarım Söke'ye geldiğinde koliler ortaya çıktı. Hepsi teker teker açıldı. Kolilerin bir tanesinden bir gitar biblosu çıktı. İstanbul'daki evimde duvarıma asılıydı. Üstü anahtarlık olarak kullanılabilecek vidalar vardı. Ona sevgilimi hatırlatacak o kadar çok şey asmıştım ki... Tekne gezisinden hatıra kalan bir çift toka, kukla anahtarlık, O'nun ve benim fotoğraflarım...Çok şey vardı o'nu hatırlayacak. Ama kolilerden sadece gitar biblosu çıkmıştı. Artık o biblo O'nu değil, o bibloda asılı olanlar bana O'nu hatırlatıyordu. Elime geçtiğimde o gitarı çöpe atmaya kalkmıştım. Tepkisi enteresandı.. "aaa ciddi atıyor yaa..." diyip işine devam etti.  herhangi sert bi tepki görmedim sadece elinde olmayan nedenlerden kaynaklanan hafif şekilde küçük bir kırgınlık ve nasıl denir işte kötü birşey vardı... nedenini ısrarla sormuştum haklıydı. O'nu hatırlatmayan artık geri planda kalan o gitar biblosu onun bana olan ilk hediyesiydi. Onu yüzüme söyleyince o ana kadar kendimi haklı gibi gördüğüm bilir kişi anasını hatırlar oldu....

27 Haz 2011

Başarısız bir girişim

Çok çok sevdiğim, sevdiğimden gram tereddüt etmediğim canım.. Duygusallık, sürprizler, etkileme ve bir erkekten beklenen benzer özellikleri bende göremiyor. Bunu hissediyorum. Düşündükçe de kötü oluyorum.

Ama öyle oturduğun yerden de olmaz ki… Geçirdiğimiz zamanlara bakınca haklı olduğunu düşünüyorum. Bazen *küzlükte üstüme yok diyorum kendi kendime. Bu düşünceyi kırmak için bir girişimde bulundum.

Balayımıza düğünden yaklaşık on sonra çıkacağımızdan o on günlük zaman zarfını değerlendirmek için dün akşam yatmadan önce düşündüm, taşındım. Nasıl olur, nasıl biter diye… ve birşey buldum galiba! Geçen sene gittiği İzmir’in güzel ilçesi Selçuk’a bağlı Şirince’de (şaraplarını bilen bilir, duymuşsunuzdur belki…) küçük tarihi köy evlerinden oldukça memnun kalmıştı. Belki onu oraya götürebilirdim. Aslında oraya gitme fikrini önceden de konuşmuştuk ama herhangi bir plan veya araştırmada bulunmadık. bu konuda elimi hızlı tutarsam belki haneye bir artı koyabilirdim.

26 Haz 2011

İslamda kadın sevgisi



Aşağıdaki İbn-i Abbas’ın Radiyallahü Anh’dan bir alıntı yapacağım. Okuduğumda kan beynime sıçradı. İnsanlar neden inandıkları dini makaslayıp da insanlığa sunuyorlar? Cesaretleri mi yok yoksa? Yoksa henüz vakti gelmedi mi? Toplumu iyice duyarsızlaştırıp ondan sonra mı bunları karşımıza koyacaklar. Bunlara inanan insanları beyni uyuşturulmuş, nefes alıp vermekten başka hiçbir işe yaramayan insanlar olarak görüyorum. Yakında bu çember büyüyecek ve açık açık din derslerinde okutulan kitaplarda yerlerini bulacak.



24 Haz 2011

Çobanımız medya

Bu videoyu izlemiş olabilirsiniz. Uzun zamandır bir yorum yapayım diyordum. Kafam çok karışıktı. Tuttum kendimi, bekledim… Aslında konuşulacak çok şey var ama ben şu kadarını söyleyim…

Kim beni düşünüyor? Pardon ama müslüman olmayan birini sabah ezanı ile sabahın köründe uyandırmak kimin hakkı? Yolda yürürken telefonla konuşmanı kabusa çevirmek kimin hakkı?

Ezan denilen ibadeti, toplumun %98 i anlamını bilmediği halde günde 5 kere tekrar ediliyor. Yetmiyormuş gibi anlamını öğretmek isteyene de tepki gösteriliyor. Bu öğretiye en büyük engeli kim yapıyor? Son sorunun cevabını bu videoda net biçimde görebiliyoruz, çobanımız medya…

  

23 Haz 2011

mim: merak

Missbone mimlemiş, çok da güzel etmiş. :) Kimi zaman mimler, o anda bloguma yazmak istediğim konunun dışına çıkma nedeninden dolayı aklımı karıştırıyor olabilir. Ancak bu mim gerçekten enteresan. Kafam da çok karışmadı üstelik.
mimin konusu şu şekilde:
" Bugüne kadar merak ettiğiniz bir kişi, nesne, olay, vs. için ilginç, çılgın veya sizden beklenmedik bir şey yaptınız mı ? Yaptıysanız açıklar mısınız ? "
Aslında bunun için geçmişe oldukça geri gitmeye gerek yok. 2 yıl öncesinde yaz tatili için planlamış olduğum devasa aksiyonlu maceram sanırım bu mimin karşılığı olarak kabul edilebilir. Aksiyon deyince tam aklınızdakinin karşıllığı olur mu bilmiyorum ama ben yine başımdan geçen olayı anlatayım sizlere…

Yaz planı olarak doğuda görev yaptığım yerden ailemin yanına (Malatya’ya) gittim. Malatya ile hiçbir akrabalık, kan, geçmiş vs bilmem ne gibi bağlantımız yok. O yüzden hani olur da wepten ordan burdan beni bulup “oooo hemşom da burdaymış.” gibilerinden tepkiler vermeyin… Gittiğim günün ertesinde babam ve işindeki bazı arkadaşlarından oluşan bir ekip ile yaklaşık 20 km lik bir dağ yürüyüşüne çıkmıştık. İnanılmaz bir yorgunluğun hemen akşamında üniversitede çok sevdiğim bir arkadaşımın düğününe (Samsun’a) gittim. Sabah olduğunda ise ertesi günkü yürüyüş ve yol yorgunluğunu bir kenara iterek Ordu’ya geçtik. Ordu’da gezdik, tozduk eğlendik, arkadşaımın köyünde köy havasını aldık ve akşamına düğünde hiç oturmadan devamlı oynadık. Hayatımda eğlendiğim tek düğün buydu diyebilirim. Gözümden deli gibi uyku ve vücudumda yorgunluk olmasına rağmen düğünün gecesi eski üniversitedeki arkadaşlarla kaldığımız yerde gece 4e kadar laklak yaptık, eskileri tekrar canlandırdık. Ertesi gün 8’de uyanarak (ki bu da 4 saatlik uykuya tekabül ediyor..) kahvaltı sonrasında Ankara’ya geçtim. Aslında Ankara’da biraz dinlenirim diye tahmin ediyordum ama yine ertesi gece E.E.E ile geçirdiğimiz hızlı 1-2 gün de benim pilimin tükenmesine sebep olmuştu. Ama yolculuklar bitmedi. 2. günün akşamında Çeşme’de başka bir arkadaşımın düğünü için yollara koyuldum. Kalacak yer sorunu vardı. Eski bir çocukluk arkadaşım Çeşme’de yazlık tutmuşlar. Sabahında onlara gittim. O gün denize girdim, biraz enerji topladım. Akşamında gemideki düğün ile ertesi sabah tekrar Ankara' yollarını teptim. Bu inanılmaz enerji kaybı bende şunu anlamama sebep oldu.


İnsanlar her düğünüze veya sizin çok mutlu olduğunuz başka bir kutlamaya katılamayabilirler. Çok çok çok sevdiği bir insan, dost veya arkadaşı da olabilir. Ama herşeyi düşünmek lazım. Bu arkadaşın tatili var mı? Tatili varsa bile başka bir planı var mı? Ailesini ziyaret etmek zorunda olabilir, önceden rezervasyon yaptırdığı bir tatil planı olabilir veya başka düğünlerle çakışıyor olabilir, en önemlisi de senin düğününü yaptığın yerde kalacak yer sorunu çekebilir. Yani bunları düşünmeden tepki gösteren ve gösterecek bütün arkadaşlarımı eshefle kın…

19 Haz 2011

Bazen gelen çişi beklemeye almak lazım

Her Taksim veya İstiklal’e çıktığımda nedense bir tanıdığıma denk gelme isteği olur. Nedenini bir türlü çözemedim. Hatta enteresan bir şekilde bunu tam aklımdan geçirirken yıllardır görüşmediğim kişilere denk geldiğim olmuştur.

Bugün ise yine otobüse binip gitmeme yakın çişim gelmişti ve İstiklal’e girmeden sağ taraftaki arada WC ye bi uğrayım dediydim. Ne de olsa yolumuz uzun, zorlamayalım kendimizi. Ama keşke biraz daha sabretseymişim. İşte biraz önce bahsettiğim tesadüflerden birine denk geldim ve ilk defa içimden “keşke bu kez olmasaymış.” dedim… İlkokulda kendini beğenmiş, çalışkan (inek) olan daha sonra yüksek lisans, doktora, kariyer, çok para kazanma hırsı içinde kendini kaybetmiş olan bir arkadaşımı gördüm. Kilo almış, boyu uzamış iyice aygıra benzemiş. Sanki koca Taksim meydanı ona ait g*tü tavana vurmuş.

Neyse ki yanında kendisi gibi olan arkadaşıyla konuşmaktan beni göremedi. Tabi bunda biraz boy farkının da etkisi var. Ama bu durumdan memnun olduğum kadar bir kenara anlamış olduğum bir nokta da şu: Bir dahakinde evrenden isteyeceğin birşey varsa bu konuda net olmalısın. (bkz: Evrensel Çekim Yasası)

Tabi yollarımız uzun yıllar önce ayrılmıştı ama ne yazıktır ki ailece görüşüyorduk. Anneme söylesem de bana kızmaz. Heralde anlayışla da karşılar diye tahmin ediyorum.

Yalnız kötü bir ihtimal de var. Şimdi bunun annesi babası, ailesi vs bizim düğüne gelecek, onu biliyorum. Acaba bu eleman da gelecek mi? Neyse yaa, gelirse gelsin. Altınını da takar heralde o kadar *küzlük yapmaz heralde dimi?

17 Haz 2011

Bahtsız Bedevi

Kardeşim bu kadar olur. Özel ders ilanı verilen siteye Eylül ayında bastım parayı ilanımı verdim. Bekledim arayan yok. Eylül, Ekim, Kasım, Aralık, Ocak… yok yok yok yok… hiç yok. Hiçbir allahın kulu aramadı. Geldi çattı Şubat tatili… Nişan yapıcam, gidicem sevgili sevgilimin yayına. İstanbul’da olma ihtimalim % sıfır ve bi telefon. Hocam böyle böyle, oğlumun matematiği karnesine 1 geldi, özel derse ihtiyacımız var, verirmisizin? haydaaaa,nerde kaldınız? Aylardır bekliyorum yok. Tam tatile çıkıcam telefon geldi. Bir de hani işim olmasa eyvallah, kalırım İstanbul’da… Ama nişan yapıcam kardeşim. 15 tatilde ders aldırcakmış, üzgünüm dedim, kapattım…

Neyse ama dedim, Şubat’ta olmazsa Mart, Nisan olur dedim ve bekledim bekledim bekledim, telefon çalmıyor… ve nihayet haziran ayı geldi, karneler dağıtıldı. (BUGÜN…) İstanbul’dan tamemen ayrılıp yeni dünya evine girmeme 15 gün kalmış… TAAAAK TELEFON… “Hocam kızımın matematiği çok kötü, sevmiyor, karnesine 0 gelmiş, lise 1’de sınıfta kala ihtimali var, yardım edin…”

Offfff yaaaaa, nedir bu başıma gelenler? Yok kardeşim yok, bilerek yapıyorlar.

Sıkıcı bir piknik

Pazartesi günü okul öğretmenleri birleştik ve herzaman öğrencilere mi, bizim de canımız var efendim, biz de piknik yapalım dedik ve pikniğe gittik. Bilmiyorum neden ama bu kadar mı sıkıcı olur yani… Öğrencilerle gitmiş olduğum piknik bile daha hareketli, daha eğlenceliydi. Öğrencilerinkinden pek bi beklentim yoktu ama şaşırttı beni çocuklar. Oysa ki öğretmenlerin kendileri için hazırlamış olduğu piknik tam bi rezalet. Otobüs dünyanın ilk otobüsüydü. Klimanın olmayışı kendimizi cenennemde zannetme nedeni olmuştu. O da değil otobüsün alt tarafında bir kapak varmış. O kapağın kalkmasıyla alt taraftan bütün tozun otobüse girmesi bir oldu. Tabi üstümüzdeki terle de birleşince müthiş bir çamur bulamacı haline döndük. Neyse ki geldik piknik alanına. ağaç, yeşillik, bol ormanlık oksijen falan herşey güzel de… Bi bokluk vardı ortamda.. O da çokluktu. Yani nerde bolluk orda bokluk olayını ilk defa bu kadar yoğun şekilde yaşamıştım. Herkes kendi halinde, enerji yok. Geyik yapan mı ararsın, ertesi günkü mezuniyet töreni için sunum hazırlığı içinde olan mı ararsın, mangal ve semaver tayfası ayrı bi olay… ufff sıkıldım, sıkıldım, sıkıldım ve geri döndüm.

KEŞKE HİÇ GİTMESEYMİŞİM…

15 Haz 2011

plansız

Bu yazıyı sabaha karşı 3:49 da yazıyorum. Bu saatte ne işim var internette diye sormayın. Akşam 18:00 surlarında başıma hücum eden müthiş ağrı ile kendimi yatakta buldum. Rüyadan rüyalara atladım, saatler birbirini kovaladı.

Uyandığımda yeniden doğmuş, adeta “Neredeyim ben?” klişe sorusuna maruz bırakılmıştım kendimce. Yaşamış olduğum ve yapmam gerekenleri tekrar düşündüm. Kolay olmadı hatırlamak. Birara nişanlımla yapmış olduğum telefon konuşmasını hatırlar gibiydim. Uykulu olduğumu anlamış, daha sonra konuşuruz diye kapatmıştı telefonu. Ondan sonra ben de aramayınca kendisi de ben rahat uyuyim diye tekrar aramamış olsa gerek.

Kalktım bulgur pilavıyla yoğurt yedim. Tekrar yatmak istedim ama uykum gelmedi. 3 –4 saat sonra kalkıp okula gitmem gerek…


İstanbul’daki son 2 haftam. 2 hafta sonra apayrı bir hayata açılıyorum. 4,5  yıl boyunca doğudayken hergün, her saat aklımdan geçirdiğim o olay gerçekleşecek. Belki şu evrensel çekim yasası muhabbeti bende işlemiş olabilir. Çünkü bir öğretmenin Ege’de sahil kenarında evlenip yuva kurması ve burada öğretmenlik yapması öyle kolay iş değil. Demek ki çok diretince veriyormuş evren…

9 Haz 2011

İşler güçler ve ardına saklanılan yerler

e-okul a girmem gereken İKS anketleri yetmiyormuş gibi bir de Milli Eğitim’in strateji geliştirme başkanlığının anketi çıktı. Üstelik hepsinden daha beter.

Şimdi şöyle diyim kuzucuklarım. İKS dediğimiz şey şu: “İlköğretim Kurumları Standartları” Yani? Yani ne? hmmm nasıl deseeem… (vakit öldürme taktikleri bunlar… ama kaçışyok biliyorum.. :)

İKS, MEB tarafından rastgele belirlenen öğrenci ve velilere uygulanan bir anket. Anketin amacı okulun, idarenin ve öğretmenin, veliler ve öğrenciler üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisi… Tabi sonucunda ne olacak çok merak ediyorum doğrusu… Neyse ben bunları girmedim ama girecem. Yani yarın son ama ben halen daha buralarda size laf yetiştirmeye çalışıyorum, bakın kıymetinizi bilin, yorumlarınızı eksik etmeyin.. : )

8 Haz 2011

Hoşgeldin Bağcılar

Bacaklarım tutulana kadar yürümeyi özlemişim...
Dün davetiyemin son rütuşlarını yapmak için okuldan anlaştığım (tek diyebileceğim) arkadaşımla Şişli'ye gittik. 1-2 saat süren çabalar sonucunda hem fikre vardık ve matbaya girmesi için start verdik. Oradan Birlikte gittiğim arkadaşımın atandığı yeni okula gittik. Kendisi beni Evrensel Çekim Yasası'yla tanıştıran nadide bir arkadaşlardan... Geçenlerde bu knuyu size anlatmaya çalışmıştım. Ben de ondan duyduklarımı anlattım sizlere. Ama velakin gel görelim ki bunun da yanlış, eksik bildiği hatalı noktalar varmış. Olur da evrenden birşeyi istersek açık ve net olmamız gerekirmiş. Yani mesela bir insan devamlı "iş, iş, iş..." diye açık ve net olmadan diretirse yarın birgün yapamayacağı bir iş bulduğunda "Bu muydu yani iş dediğin?" diye mortingen olmamalıymış. Aynen bizim usta gibi...

Kendisine Bağcılar'dan gına gelmiş. "Artık yeter uleeyynnn" demiş ve "Şişli, Şişli, Şişli..." diye tutturmuş. Sen gel gör ki Şişli ama ne Şişli? Bağcıları aratırmışçasına...
Kapısının önünde çekirdek çitleyen dedikodu delisi teyzeler
Dar ve dik sokaklar
Çanak antenden gökyüzünün görünmemesi durumları
Minimum 50 kişilik sınıflar
Yüksek kiralı evler
vs vs vs...
SONUÇ: "Hoşgeldin Bağcılar..."

4 Haz 2011

Zamansız yapılan saldırılar

Berberleri oldum olalı hiç sevmemişimdir.

Yaşadığım yerlerin farklılığından olsa gerek sayısız kere berber değiştirmişimdir. Bu durumdan da ayrı bir rahatsızlığım var ama yapacak birşeyim yok maalesef.. Bir de berbere derdimi anlatıp istediğim saç kesimi tarif etmek, onu ilk başlarda yanlış kesmek ve yavaş yavaş rayına oturtmak vs... artık kaç ay sürer bilinmez. Bir de muhabberleri yok mudur? Sizin canınız sıkılmasın diye zorla bir konu açarlar. Bu durumlara hiç katlanamam. Ya benim ilgi alanımın dışında hiç alakam olmayan bir konu açarlar ya da açtıkları konuda konuşmaktan kaçındığım noktalar olur.

3 Haz 2011

Slivovice

Comenius muhabbetini biliyorsunuz, öğrendiniz. Bilmiyorsanız bkz: Thank you very much for save us

Comenius olayında misafirlerimizi okulumuza ziyaret ettirdikten sonra Perşembe günü Sultan Ahmet, Ayasofya, Topkapı ve Yerebatanı falan gezdirdikten sonra Sultan Ahmet’in arka sokaklarındaki küçük otellerine bıraktık. Bu, onlarla son görüşmemizdi. Çok hoş muhabbetler döndü. Polonyalı, İspanyol, Çek, Kuzey İrlandalı ve Portekizli öğretmen arkadaşlarla onların kültürlerini, onların okullarındaki eğitim sistemlerimizi konuştuk. Tabi tahmin ettiğiniz gibi ciddi bir ortam olmadı. İnanılmaz makara yaptık. Yani ben Avrupa’daki öğretmenlerle bu kadar rahat olabileceğimi düşünmüyordum. Daha ciddilerdir heralde diye düşünüyordum ama yanılmışım. Eğitim sistemlerine hiç girmeyim…

Çek Cumhuriyetinden gelen hocalardan bir tanesi bildiğin şu fantanın 1 litrelik şişeleri vardır ya… Ona doldurulmuş Slivovice adında oranın özel bir içkisinden ikram etti. Bize votka olarak tanıtmıştı ama uludağ sözlükte çek şarabı deniyor. Başka yerde erik rakısı falan deniliyor. Her neyse işte, güzel bişeydi yani. İçkilerden çok anlamam ama tadı hoşuma gitti. 2 shot gümlettim. Türkiye’de de satılıyormuş. Ağır birşey ama denenilebilir.

1 Haz 2011

Thank you very much for save us

Okulumuzun Comenius projesi kapsamında gelen misafirleri vardı bugün. Bilmeyenler için küçük bir açıklama yapayım. Comenius şudur efendim. Bir Avrupa Birliği projesidir. Türkiye’den seçilen bir okul (genelde ilköğretim kurumları olmak üzere) ile yabancı ülkedeki okullar ile ortak bir proje kapsamı içinde birbirine ziyaret etmesini sağlayan bir projedir. Projenin asıl amacı kültürel etkileşim, gezi ve tanıtım amaçlıdır. Bir de projenin konusu vardır. Bunu örnekle açıklayım. Mesela bizim okulumuzun katılmış olduğu projenin konusu Dünya Ekolojisinin Korunması ile ilgiliydi. Geçen bu proje kapsamındaki öğretmenler dönem bizim okuldaki öğretmenler İspanya2ya gitmişlerdi. Bu hafta da 4 farklı ülkeden okulumuza ziyaret eden misafirlerimiz vardı. Bugün programda okulumuza ziyaretleri vardı. Aylardır hazırlıklar yapıldı. Planlar, izinler, belediyeden yardım alınması için yapılan iknalar falan filan biton uğraş… Bugün dananın kuyrğu koptu işte. Konu ile ilgili fotoğrafları başka bir konu başlığında yollayacağım. Şimdilik böyle düz yazı ile idare ediverin…

Güne mimlenmiş şarkı ile başlamak

Bir günün sonuna doğru yaklaşırken güne nasıl başlanabileceğini değerlendiren bir mim konusuyla giriş yapıyoruz. Evet, yorucu bir gündü. günün bitmesini çok istedik. Olabilir, hiç mühim değil. Ama bir güne tekrar nasıl başlanabileceği, sabah mahmurluğunu ve yeni bir güne başlama psikolojisini tekrar düşünmemizi sevkeden Mia, bana bir mim görevi vermiş. Bu mimden sonra oturalım ve günün sonunun gelmesinin tadını çıkartalım.

Mim Konusu: Güne başlamak istediğin şarkı nedir? Tek bir tane ama her gün çalsa bıkmayacağım dediğin şarkı?

Aslında çok zor bir soru. Uzun süre düşünmek gerekli. Cevabı zaman zaman değişebilecek bir soru. Aslında benim gibi ayıptır söylemesi müzik yelpazesi geniş biri olarak cevabı çok hızlı değişimler gösterebilecek bir soru. Ama en azından şöyle düşüneyim. Hergün uyandıktan tahminen 1,5 dakika sonra radyo dinlediğimi baz alırsak yarın radyoyu ilk açtığımda herkesin bildiği bir şarkı seçerekten ve bunun değişse bile bu format dışına çıkmayacağı bir şarkının çalmasını isterdim.

Counting Crows - Mr. Jones (Official)

30 May 2011

Hangisi işine gelirse?

Dün gece uyuyamadım. Dakikalarca döndüm durdum.. Ama uyumak zorundaydım. Sabah erken kalkıp okula gitmem gerekiyordu. Oysa ki kafamdaki düşünceler birbirini yiyordu. Son derece bloga yazasım gelmişti, ama vakti mi şimdi bu ilhamın gelmesi. Ne densiz bir zamanda dürttü beni!

Bundan sonrası belki moralinzi bozabilir. Başka konu mu bulamadın be adam? diye düşünebilirsiniz. Ama bu düşünce beni uykumdan edecek kadar etkilemişse yapacak birşey yok demektir.

29 May 2011

En sıradışı damatlık tasarımı

Cumartesi gününü hava kapalı bahanesiyle evde oturdum durdum öyle bütün gün. Ona pineklemek mi deniyor, öyle birşey işte... Yarın farklı bir etkinlik yapmazsam hafta içinde yapacağım yoğun tempoyu kaldırcağımdan emin değilim. Aslında bugünkü dinlenceye ihtiyacım vardı. Haftasonunu zor getirdim. Deli gibi sınırsız uyku ve uykumu son zerreciğine kadar almam bana iyi geldi. Ama fazlası bünyeme iyi gelmiyor.

26 May 2011

mim: ben küçükken…

Bugünlerde sağlam bir konu vardı aslında aklımda. Biriktiriyordum derliyordum kafamda. Aslına bakarsanız ne kadar fazla düşünürsem o kadar berbat ve kısa bir yazı çıkıyor ortaya. O yüzden sıradaki kaydın pek güzel birşey çıkacağını sanmıyordum. Düşünüyordum işte kara kara… Yine bugünümü bir evlilik hazırlığının (TV alma gibi..) sonuna gelmiştim. Yazacaktım derken farklı birşey çıktı karşıma.. Mia mimlemiş beni. Bi mutlu oldum bi mutlu oldum ki anlatamam. Yani blogumun 2. yarısında başına gelen ilk mim yollama şerefini Mia almış oldu.

Evet, mim konusu başlıktan anlaşılacağı gibi “ben küçükken…” diyip bırakmayacağım. doldurcam işte gerisini. Başlıyoruz bakalım nasıl bişi çıkcak ortaya.

25 May 2011

Evlilik hazırlıkları

Bu 1 hafta içinde ne blog, ne maillerim, ne facebook, ne bilmem ne.. Hiçbirine bakamıyorum. Okuyamadığım yığınla blog yazısı, 300'e yakın mail ve...

LED TV almak zor iştir. Hele bir de beyaz renk olursa çok daha zor. Bulunmamasına mı yanarsın pahallı olmamasına mı? Beyaz olması şart mı? Şöyle birşey. Estetik güzel birşeydir. Beyazlarla donatılmış salonda zıtlıklar  bir estetik yaratır ama eğer bu kutu gibi görünen tek bir nesne olursa emanetmiş gibi görünür, hoş durmaz. Malum ortama ayak uydurmak için televizyon da beyaz olmak zorunda...

Müzik işi önemlidir. düğünde çalınacak müzikleri ne yaptığı belli olmayan müzik kültürünün ne derece olduğunu bilmediğim birilerinin düğünümün müziklerini emanet etmem mümkün değil. Bu durumda bu olaya da el atmak gerekti. Müzik planlaması, sıralaması, seçilmesi vs... İnce işler yani!

Yatak bir evde olmazsa olmazıdır. Konforlu olması lazım. Ortopedik, vıdıvıdı biton detaylarıyla yüklü henüz araştırmadığım yatak çeşidi seçilmesi ve alınması için beni bekliyor.

Davetiye unutulmamalı. Atılmaya kıyılamamalı. Saklanmalı, akılda kalmalı. Baktıkça güldürmeli. Buraya kadar güzel, ama işte araadığını bulamazsan o zaman tasarım sana ait olmalı. İşte bu da para demek...

Bütün bu koşturmalar içinde bir de öğrencilerin karne notlarını girme gibi hayati işlemler var ki o olaya daha hiç başlamadım. Yani sesvgili dostlar sakın ola ki "Bu adam blogtan elini ayağını çekmiş, artık takip edilecek birşeyi kalmamış." demeyin. Bomba gibi geri dönüş yapacağım. Bekleyin beni..

22 May 2011

İçerik yok, ya da yeterli değil

Bloxoo dan gelen mail:
"Merhaba, 
1iyokmu.blogspot.com adresli blogunuz Bloxoo Editörleri tarafından incelenmiş ve aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı BloXoo'dan silinmiştir. 
Sebep: İçerik yok ya da yeterli değil, ,

İlginize teşekkür ederiz, 
BloXoo.com"

17 May 2011

Hedef tahtasındaki küçük kırmızı nokta

Hızlı bir dönemdeyim. Bir geçiş noktası, bir koşturmaca... Yapılan ve yapılacak büyük harcamaların ucuucuna olan ödemeler arasıra beni (bizi) yusuf yusuf etse de yeni bir yuva kurma koşturmacası için olduğumuzu düşününce insan kendisinde daha farklı bir enerji buluyor, çaba ve gayret gösteriyor.

İşte daha evlenmeden anlayabiliyor aslında insan. Daha evliliğin hazırlıklarında beraber sırtsırta yapılan yapılan bu yaşam savaşında insanlar birbirilerine daha çok bağlanıyormış. Bunu yaşıyorum sanırım. Vay efendim mobilyalar gelmemiş veya eksik gelmiş, vay efendim ev sahibi yapacağı tamiratı geciktirmiş veya hiç yapmamış, vay efendim para yetmiyormuş, kredi çekmek lazımmış... Bunlar tek bir insanın başına geldiğinde hüsranla sonnuçlanabilecek uzaktan bakıldığında "yazık lan, ne bahtsız bu adam.." -ki böyle dendiğinde kişi daha da depresif moda girer genelde- denecek bir durum olmasına rağmen, yanımda hayatımın diğer yarısı bulununca iş farklı bir renge bulanıyor. Evet, sorunlar bitmiyor, öyle de var, böyle de var.. Ama amaç belli! Yeni bir yuva kurma, birlikte yaşama hayali var sonunda...

15 May 2011

Klişe bir İstanbul turu daha...

Biliyorum çok aksattım blogumu. Ama inanın bahanem var. Bu hafta yapacağımız ortak sınavı hazırlama stresti bir yandan... Haftasonu Malazgirt'ten gelecek arkadaşımı ve onun kız arkadaşını evimde misafir etme ve İstanbul'u gezdirme telaşı bir yandan... Aldı başını gitti... Aklımdakileri, düşüncelerimi beynimdekileri toparlayamadan kafa darmaduman oldu falan filan işte...

Göreve yeni başladığım okulda 2. dönemin sonu malum son sınavlar vs... Merak ediyorsanız hemen merakınızı gidereyim, öğrenciyken sevilmeyen sınavlarda değişen birşey yok, öğretmenken de sevilmiyor. En zor kısmı sınav kağının hazırlanmasında. Hangi konulardan soru sorulacağı, hangi tip soru sorulacağı. 'Acaba bunu yapabilirler mi? Bu zor mu oldu? Bu baside kaçtı...' gibi sorunsallar en sıkıcı durumlarıdır. Bir de tabi kağıdın düzeni vardır. Yok satır başı olunca resim diğer sayfaya kayıyor, resmi küçültsen netliği bozuluyor. Bir resmi ayarlıyorsun, fotokopide belirmiyor vs... Hele bir de branşın matematikse yandın...


10 May 2011

Elek

Sizi bilmem ama ben birini zor kabullenirim, ama kabullenince de zor silerim. Kabulleniş, bünyemde olumlu etkiler yaratırken her silme işleminde de zarar görmesi kaçınılmaz olur. O yüzden eleğim oldukça sıkıdır.

20 milyon kişinin yaşadığı bu İstanbul'da görüştüğüm tek kişi vardı. Kendisi elekten geçememişti henüz. O güveni alamamıştı. İyi ki alamamış. Çünkü almış olsaydı listeden silinecekti. Bu da bende hayalkırıklığı meydana getirecekti. Bundan sonra benim için aday bile değildir. Kendisine sevgilisiyle mutluluklar dilerim...

9 May 2011

2 önemli değişiklik

2011 - 1983 = 28
28 de bitmiş. İnsanoğlunun yaş grafiğine baktığımda bana en ilginç gelen yaş aralığı 25-30 olmuştur hep. İlginç, çünkü insanların hayatındaki değişikliklerin çoğunu bu yaş aralığında olduğunu görüyorum. (en azından bizim ülkede bu böyle... ya da benim bakış açım böyle..)

Kendi hayatıma baktığımda da öyle... Son 1 yılıma bakıyorum...
İlk önemli değişikliğimi hayatımı sonuna kadar birlikte geçirebileceğim kişiyi seçmemle yaptım. 2. büyük değişiklik ise bu hayatımın sonunu nerede geçireceğim oldu. Evet, hayatımın geri kalanını birlikte geçirme amacıyla için birisiyle tanıştım. Nişanlandım ve yazın da evleniyorum. Bu doğru kişi midir? Bunu değerlendirmek çok uzun sürer ama bir parçasını geçtiğimiz haftasonu yaşadık. Birazdan bu konuya geri dönücem.. ;)

2 May 2011

Müzikten kitaba, meditasyonda kararsızlığa...

ExeRadyo programı ile radyo dinlemeyeli oldukça uzun zaman olmuş. Açayım dedim. Baktım radyo listesine, Radyo Hacettepe iyidir... Rock Forever ;)
Uzun zamandır tanıdık olmayan sesleri dinlemiyormuşum. Hep önceden dinlediğim grruplar veya sanatçıları atardım playliste öyle dinlerdim. Bu farklı sesler önce bünyeme garip geldi, ama iyi oldu. İlk etapta sağlam, sert ve vokalleri keskin olan grupların şarkıları denk geldi. Bu beni gündüz uykumun vermiş olduğu mahmurluktan kurtardı.

27 Nis 2011

Yalaka

Büyük koltuk küçük koltuktan hesap sorar. Küçük koltuk üstüne iyi görünmek için altını ezer, bir altı da onun altını... Ezile ezile en büyük zararı en alttaki görür. Bir faaliyet gerçekleştirir... Düzenleme nedeni topluma faydalı, bilinçli eleman yetiştirmektir. Bu görünen amaçtır. Fakat bir de nihai amaç var ki bu amaç, O kişi için daha önemlidir. Para, mevki, makam... Zorunlu görevler vardır. Nasıl yapıldığı önemli değildir çünkü üstteki nitelik değil, sadece nicelik ister. İş kolay. 

Altını, hatta gerektiğinde şerefini ez ve geç...

25 Nis 2011

Başarısız bir çalışmanın vermiş olduğu vazgeçilmez haz




Bazı insanlar vardır ki istedikleri kadar işten kaçsınlar, yine de gider bulaşırlar işe güce.

Bugün Proje Geliştirme Seminer'ine zorla katıldığı her halinden belli olan 1-2 kişi vardı. Eğitimi veren kişi grup çalışması yapacağımızı söyledi. Bir konu alanında uzmansam başkalarının acemi düşüncelerini dinlemek beni gerer. Yok uzman değil hiçbir fikrim de yoksa, başkasının başarısına ortak olmayı sevmem. Zaten uzman olmadığım bir konuda çok fikir beyanında da bulunmam ben. Burdan şu sonucu çıkarabiliriz: ben grup çalışmasını oldum olası sevmemişimdir...

21 Nis 2011

Bir amirin vedası ile arkasında bıraktıkları

...bir hiçmiş!
Git gel, git gel hep aynı okul devam ediyor yaşam... Hergün ayrı bir aksiyon, ayrı bir yorgunluk...

Derken ansızın yapılan toplantının sebebini düşünüyordum ben de... Meğer ki acı bir veda konuşası olacakmış. Önce toplantı kısa süreceği için sevindim, sonra da bu ayrılığa...

17 Nis 2011

Evrensel Çekim Yasası

Size de oluyor mu?  Bir şeyi çok istediğinizde, devamlı onu düşündüğünüde, aklınıza o geldiğinde heyecanlandığınızda o istediğiniz şeyin birgün gerçekleştiğini hiç şahit oldunuz mu? Evet... Öyle birşey varmış. Çok yakın bir arkadaşım devamlı aylardır bunu anlatıyor. "Evet, böyle birşey var... Eğer birşeyi çok istersen o şey birgün mutlaka olur..." diyor. Bu, bana bir dine inanmak, veya ne bileyim, tesadüfen meydana gelen bazı olayları bir kalıba sokmaya çalışmak gibi birşey geliyor.

16 Nis 2011

Beni tellerle tanıştıran insan

Bugün facebook un sağlamış olduğu nimetlerden bir kez daha yararlanmış bulunmaktayım. Yıllar önce hayatıma anlam katan kişiye ulaştım. (14-15 yıl olacak...) İlk gitar hocam Gürdal Abi'ye ulaştım... Gerçi henüz arkadaşlık teklifimi kabul etmedi ama ümitle bekliyorum. Beni hatırlarsa kabul etmemesi için bir neden yok... Aslında bir tane mevcut... O yıllar sorumsuz bir ortaokul öğrencisiyle tanışmıştı Gürdal Abi. Uğraştıran bir öğrencisiydim. Verdiği etütleri çalışmazdım, aksatırdım. 7 kişilik bir grup olarak ders alırdık ve grubun en geride olan öğrencisi bendim.


Kendisi için aklımda herhangi kötü bir anı yok. İyi biri. Güleç yüzlü, iyi ve alçakgönüllü bir gitaristti. Klasik gitarda oldukça ilerlemiş birisi. Facebook duvarında paylaşmış olduğu kendi videolarını izledim. Aynı hızla devam ediyor gitara. tabi yılların verdiği kiloyu da bünyesinde barındırıyor ama gitar çalarkenki o mimiklerinde bir değişiklik yok. Yüzümde tebessüm oluşuyor O'nu o şekilde çalarken... :)

2006 yılıydı sanırım. Balıkesir'de gitar dersi verdiğim öğrencinin grubunun provasını dinlemek için bir studyoya davet edilmiştim. Studyo'da müzikten nasibini almış gibi görünen kişiler vardı. Konuştum biraz. Konu döndü dolaştı Gürdal Abi'ye geldi. Kendisini tanıyormuş. Çok iyi bir gitarist olduğunu  ondan da duymak beni sevindirmişti. Fakat duyduğuma göre birileri bilmediğim bir şekilde onun şevkini kırmış, gitarı bırakmış. Bilgisayar sektörüne girmiş. ... diye duydum kendisinden. Üzüldüm.. :(

Yıllar önce bestelemiş olduğu "Uçurum" şarkısını dinlemek isterdim. Tam 15 yıl olmuştu. Halen daha nakarat kısmı dilimin ucundadır. myspace sayfasını buldum. Bestelerini oraya yüklemiş. Baktım ki alt sıralarda (ilk yüklenen video olduğundan olsa gerek) "Uçurum" şarkısı duruyor. Hemen dinledim. Tabi studyo kaydı olduğu için daha bir dijital, üstünde oynanmış, müzik değişmiş, kemanlar, vurmalılar falan garip geldi. Bir de Gürdal Abi'nin sesini daha ince buldum. Önceden daha normal geliyordu ama şimdi pek hoşnut olmadığım bir ses tonuyla karşı karşıyayım. Ama o şarkı yine de beni eski yıllara geri götürmeyi başardı. Bu şarkıyı kendisinden canlı bir şekilde dinlemek isterdim gerçekten... Doğal hali kesinlikle çooook daha güzel...

"Uçurum" değil de şuanda favorim olan bir şarkısını paylaşıyorum. "9/8 lik Oyun havası"






11 Nis 2011

Özgürlük adına terk


Ben daha acımasızım bu konuda. Bir kere çıkarsa eğer kalbimden, "Bitti" demişsem tekrar geri dönmem bana iradesizlik hissi katıyor. Ama karşıdaki kişinin de (ikna yeteneği değil de) sana haykırarak duygu sömürgesini en derinden beynine işlemesi... İşte bu zarar verir sana.
Bu yüzden ben konuşmadan kaçarım. Direkt terk ederim ve yeni bir hayata açarım geniş yelkenlerimi. Ama onun böyle bir şansı yok. Hergün aynı yerde öyle ya da böyle onu hep görecek, tekrar tekrar yaşayacak anıları. Acı çekecek. Onun için zor bir dönem olacak. Her ikisi için de öyle...

Onun için en iyi dileklerimi kendisine ilettim, buna tanık olmanıza gerek yok.. Ama yazmak istediğim 2-3 satır olacak...
Kimse kimseyi mutlu etmek zorunda değil. İlişikilerde mutluluk, kendiliğinden gelir. Onun seni mutlu etmesi veya senin onu mutlu etmen gibi bir görev asla yok. Olmamalı da... Kendiliğinden gerçekleşmeli. Zor bazı özel durumlar olabilir, ama karakterler çatışınca orada durmak lazım. Bazı şeyler yolunda gitmiyor demektir. Ve işte o zaman duygusal düşünmeyi bir kenara bakıp mantık penceresinden baktığımızda (ki bunu o durumda becerebiliyorsak) işte o zaman herşeyi en şeffaflığıyla görebiliriz. Çiftlerden biri bu pencereyi göremiyorsa işte o zaman durum bir kat daha vahim. Acı çektirir karşısındakine, acı çektirmek ister. En zayıf noktalarını arar, oralardan yüklenmeye çalışır. Ama ne yazık, artık bu onun son debelenişleridir. Er ya da geç biter ve bu her ikisi için iyidir. En kötüsü de ne biliyor musunuz?
Bunu tek tarafın görmesi üzücüdür, hatta kırıcı bile olabilir...
Bu yazıyı aşka karşılık veremeyen özgür bir arkadaşıma ithafen yazdım.
Mutlu ol arkadaşım, yaşa hayatını...

9 Nis 2011

Mehmedime selam

Bağcılar Belediyesi'nce düzenlenen bir proje "Mehmedime Selam" sloganı ile okulumuzca Çanakkale'ye gittiğimiz gezide hiçbir detay gözden kaçmamış. Yiyecek, rehber, ulaşım... Herşey planlı...

Böyle duyarlı bir etkinlik beni mutlu etti doğrusu. Gençlerimizin bu bilincin aşılanması gerçekten çok gerekli. Bunu farkeden belediyelere burdan teşekkür ediyorum.
Gezinin öğrenci üzerinde ne derece etkili olduğunu bilemem. Aslında bu konuda biraz kuşkularım da yok değil. Rehberimiz oldukça biligiydi. Müthiş bir sunumu vardı. Lakin öğrenci neden hala daha bunu geziyi sadece gezmek ve eğlenmek amacıyla görür bilmiyorum. Mesaj yerine ulaştırılamadı sanırım...

6 Nis 2011

Neden sorularıyla bir başlangıç yapmak

Ne zaman özgür düşüncelerimi etrafımı saçabileceğim bir döneme geçeceğiz?
Kısa kısa hayat mevzuları:
Dün yaşanan gerginlikte arkadaş bana küsmüş. Sanırım benden özür bekliyor olsa gerek. tınnn..!
Dün akşam tam yatmak üzereyken son kez maillerimi kontrol edim ve bir de ne göreyim. Emrah'ın maili... Kol gibi yazmış canı sağolsun. Bir solukta okudum. Cevap yazmadan olmaz. bir el de ben salladım arkadaşıma. Geç yattım, alarmsız erken kalktım. (Burasını düşünmem gerek...)
Öğrenciye, okul aile birliği'nin çay partisi biletlerini satmakla görevlendirildiğimiz bu günlerde kendimi ticaret adamı olarak görmeye başlamıştım. Nitekim verilen 5 biletin 1 tanesini bile satamamış olmam ile bu işi yapmamın mümkün olmayacığını anlamış bulunmaktayım. Geri iadesi konusundada müthiş bir pazarlığa oturmuş olmakla beraber sıfır zararla masadan kalkabilmemiise ikna yeteneğime bağlıyorum... :D

5 Nis 2011

Acemice hareketler

Çanakkale gezisi için 40 kişilik öğrenciden seçmem gereken 5 öğrencinin hesabını karmaşık bir kombinasyon sorusuna çevirmemem için yapmış olduğum methot oldukça kullanışlıydı...
Davranış bakımından perfect olan öğrenciler arasından yapılan seçim sonunda aileler tek tek arandı ve bu seçimin gizli tutulması için öğrenci ve veli işbirliği başarılı bir şekilde tamamlanmıştır.
Bu geçerli plan patavatsız bir öğretmen tarafından "Kimler geziye gidiyor?" sorusuyla çuvallamış olup kendisine yapılan sitem sonucunda ince bir göz yaşıyla son bulmuştur.


Dersin neyse yap ve çık...
Sana ne kimin gidip, kimin kalacağı?
Öğrenci tarafından yapılacak olan kötü bir söz karşısında senin düşeceğin zor durumu görememen bir öğretmenlik acemiliğidir. Ama bunun ceremesini ben çekmek zorunda mıyım?!

4 Nis 2011

Asimile olan insanlar

İzmir ve İstanbul...
Birbirinden tamamiyle zıt olan 2 büyükşehir...
55 dakikalık bir İzmir - İstanbul uçuşu sonunda İzmir'deki duyarlı insan topluluğu İstanbul'un kaba, umursamaz, duyarsız insanların oluştuğu İstanbul şehirinde asimile olduğuna tanık oldum.
İzmir havalimanında 1 saatlik rötara tepki gösteren yolcuları İstanbul'a inince farklı görüyorum ben? Tamamiyle sosyolojik bir olgu...

31 Mar 2011

Engeli hissetmek

Bu engel zaman zarfı içinde, anlamadığım bir hatadan dolayı konu açamadım. Yazmak isteyip de yazamamanın acısını ilk defa bu kadar derinden hissettim...
Son zamanlarda dini içierikli kitaplar oldukça ilgimi çekti. Uzunca bir süre Sümer'ler hakkında yoğun bilgi sahibi oldum. Sümer'lerin dini inanışları ile İslamiyet arasındaki benzerlik, çelişkilerinden tut... ve daha birçok şey hakkında yazmak istedim zaman zaman. Lakin engellendim ve şuanda konunun üstünden zaman geçmesiyle konsantre bozukluğu yaşamaktayım...!!!

6 Mar 2011

Türkiye'deki bitmeyen internet yasakları

İlk defa kendimi bu kadar engellenmiş hissettim. Azımı kapamışlardı adeta. youtube.. fizy de bu kadar yaşamadım bu duyguyu. Şuanda bu siteye erişim engelli. Ulaşamamam gerekliymiş. Devlet büyüklerimiz öyle diyor ne de olsa... Ama DNS ayarlarını biliyorum iyi ki. Aslında yasaklara uyan bir karakterim var. Ama içimde hep bir iç sorgulama yaparım. Bu yasak bana koyulmalı mı? Sanırım bunu haketmiyorum... Kendimi biran Ergenekon maduru gazeteciler gibi hissettim. Yasaklanma sebebine gelince ise hayatta en çok nefret ettiğim şey yüzünden. FUTBOL... Neymiş efendim 15-20 tane blog varmış da lig maçlarını bedavaya lig maçlarını gösteriyormuş. Digiturk de bundan dolayı dava açmış ve haklı olarak kazanmış. Lafım Digiturk'e değil. Bunun yaptırım kısmında. Ya nefret ettiğim şey yüzünden en önem verdiğim şeyi elimden aldılar.. :(( (Pratikte öyle görünmese de enazından yeltendirler.. :)

20 Şub 2011

Hayaller ve ihtiyaçlar


Son zamanlarda kendimi filme verdim. Bilmiyorum neden? Sanırım yine zamanı kovalamaya başladım. Zamanın akıp geçmesini istiyorum biran önce. Aslında biliyorum.. Bugünler çok farklı. Değerine oranla oldukça kısa bir zaman. Kıymetini bilmeli. Yoğun heyecan dolu, deli divane aşıkları oynuyorum. Ne kadar böyle sürer bilmiyorum ama yaşayanlar bu konuda zirvede olduğumu söylüyorlar.


Zamanın hızlı sarılması taraftarıyım. Hayal kurmak güzeldir ama anın tadını yaşamayı bir kenara bırakııp kendini geleceği hayal etmeye adarsan birgün bu ömrünün tükendiğini anlarsın ve artık ileriye bakacak zamanın kalmadığında geriye baktığında hep ertelenmişlikleri görürsün Koray..
Zamanı daha iyi sindirebilmek için kendime uzun değil, kısa vadede hedefler kurmam gerekli. Bunu haftasonlarını beklemekle başlayabilirim. Özelllikle benim için özel olanları. Aralardakiler küçük hedefler...
Arasıra da geçmişe bakıp neler yaşadığımı gözden geçirsem fena olmayacak. Öyle yapıyorum kimi zaman.. Aslına bakılırsa zengin bir hayatım olmuş. Daha iyisi olabili miydi? Evet... Ama bunu istemem anlamsız. İstediğim yerde miyim? Evet... O zaman gülümsememem için hiçbir sebep yok. :)
Hayaller (amaçlar) diyince aklmda bir soru oluştu.

Hayaller ve ihtiyaçlar... Hangisi hangisinin sebebi?

14 Şub 2011

14 Şubat Hatırası


Bugün herzamanki vakitte uyandım. Giyindim, kahvaltımı yaptım, okuluma gittim, geldim. Herşey normal görünüyor...
Fakat anlam veremediğim birşey var. Bugün sevgililer günüymüş ki günün anlam ve önemi gereği onu anmam gerekiyormuş. Muhtemelen bugün binlerce sevgili birbirine çiçekler, hediyeler ikram etmişlerdir. Ben ise yapamıyorum bunları O'na. Olmuyor, gitmiyor elim... Kendimi onlardan farklı görüyorum. Bugün yaparsam onlarla aynı olurum korkusu daha fazla bende. Bugün yaparsam seneye kadar bekleyecek miyim? Ya da benden beklediğin bir vakitte yapmam mı gerekiyor bunu? Bu bir görev mi? Böyle bakamıyorum...

Oysa ki ben onlardan farklıyım... Öyle birşey ki bu adeta tutku, bağlılık... Bir çiçekle.. veya bir tek taş yüzükle, veya güzel bir sözle gösteremem sana bu sevgimi... Benim için onlardan daha anlamlı olan birşeyi veriyorum sana. HAYATIMI...
Evet... Aklıma her geldiğinde kendimi bir yere ait, sığınabileceğim sıcak bir ten geliyor.
Artık oraya aitim ben..
O sıcak tene, O'na...
O'nun ise bana verebileceği en büyük hediye ise sıcak o gülüşü, anlayışı, onu mutlu edebildiğim her anı olacaktır.

12 Şub 2011

Haykırış

Bazen vardır ya ona söylemek isteyip de söyleyemediğin... Başkasından çekinirsin, söyleyemezsin, 'Yanlış birşey söyler miyim..!?' tedirginliğini yaşarsın. Yok bundan sonra böyle şeyler...
Gözlerinin içine baktığımda daha farklı bir parıltı görüyorum. Kendinden, benden, geleceğimizden emin, mutlu bir sima... Bu, ona karşı olan güven duygumu sağlamlaştırıyor.
Herkesin yanında sevgimi haykırabiliyorum utanmadan... Sevgi sözcüklerini esirgemiyorum sıkılmadan. Ailesinin yanında gözlerinin içine bakarken benim onun neyi olduğumu bilmediğim soru işareti yok. Ben ne olduğumu biliyorum. O da biliyor. En önemlisi de bunu herkes biliyor ve saklama ihtiyacımız da yok.

28 Oca 2011

Kardeşlik dini..

İslam "Kardeşlik dinidir" dersiniz... Siz ancak kendinize inananlarla kardeş olursunuz...
Nisa/56 "Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri biz ateşe atacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

20 Oca 2011

Aldatan bir erkeğin öyküsü

Teori: Evliliği sex yaşantısı olarak görenler, evlendiklerinden bir süre sonra eşlerini aldatırlar...
Aldatan bir adam görüğümüzde hani deriz ya "O kadında ne buluyor? Gül gibi hatunu nasıl bırakıp da o kadınla beraber olabiliyor?" diye... Anlam veremeyiz?!
Cevabı çok basit... O Gül gibi Hatuna berber olmak için evlenmiştir. Sığ düşünerek aklı belinden yukarı çıkamamıştır. Kalbi atacak kadar heyecan vermeiştir hiçbir zaman... Evlendiğinde ise artık amacına ulaşmıştır. Gül gibi Hatun artık O'nundur... Kaybedeceği birşey yoktur. Zamanla yaşanan özel anlar sıradanlaşır ve seyrekleşir... Artık onunla beraber olmak yemek yemek gibidir. O Gül gibi Hatun'a baktığında artık O'nda birşey bulamıyordur. Boşluklar oluşur kafasında. O boşluklar başka kadınlarla doldurulur. İstediği kadar çirkin bir kadın bile olsa farklı bir tendir onun için.. Heyecanlıdır... Yaşanan gizli, kaçamaklar iki taraf için büyük sırlardır... Herşey açığa çıktığında ise dışarıdan bakan bizler işte o soruyu sorarız:
"O kadında ne buluyor? Gül gibi hatunu nasıl bırakıp da o kadınla beraber olabiliyor?"
Aldatan bütün erkeklerin yaşantısı bu değildir. Aldatmanın başka nedenleri vardır elbet.
Lakin benim sunduğum tez sadece tek taraflı şart durumudur.
Yani evliliği sex yaşantısı olarak görüyorsa, evlendiklerinden bir süre sonra eşlerini aldatırlar...
Her evlendiklerinden bir süre sonra aldatanlar, evliliği sex yaşantısı olarak görmüyor olabilirler...
Ayrıca buraki şahısların cinsiyetleri ters yönde de ilerleyebilirler. Aldatmak erkeklere mahsus değildir...