29 Ara 2011

Beni uyutma

Yine eski sisteme geri dönüş yaptım. Sanırım dayanamıyorum bu performansa. dayanamıyor bedenim. Salıveriyor okuldan gelince bedenim. İnternete giremiyorum, blog okuyamıyorum. Vladimir'den, Missbone'dan hediyeler, mimler alıyorum, karşıılık veremiyorum. O açıdan bakılırsa çok rahatsız hissediyorum kendimi.


Bu hafta aralıksız hergün okuldan gelince 3-4 saat uyumadan edemedim. Buna izin vermez sanıyordum sevgilimin. Ne kadar 'Beni uyutma..'desem de uyutuyor, sonra geçiyor başıma beni izliyor. Kim bilir neler düşünüyor? Uyandığımda beni izlerken yakaladığımda dünyanın en mutlu insanı olduğumu hissediyorum. Öyleyimdir de muhtemelen ama kıyaslama kısmını geçersek birisi tarafıdnan sevildiğini ihssetmek insana gerçekten güven veriyormuş.


Bugün yine uyudum. Uyandığımda yanıbaşımda Kore dizisi izliyordu. Yemeği yapmış, yememiş, beni beklemiş. Daha ben ne isteyebilirim ki hayattan..?

24 Ara 2011

Balkan Savaşı

Uzun bir süredir yazmıyorum.. Aslında arada yazılmaya değer çok şey oldu ama bir türlü yönelemedim...

eksisozluk'ten okudum... 

MÜFETTİŞ: "arapça kelimelerin kökünü kafaya göre ayırma prensibi"yle yaklaşıldığında teftiş 

edenden çok fetiş sahibine benzeyen kelime.

Artık müfettiş de değilmiş. 'Denetmen...' olcakmış. Her ne olursa olsun ben müfettiş dicem.. Müfettişlerimizi ilk ziyaretimize aldık. O kadar hazırlık sonucunda adam bi sınıf defterine bile bi bakayım demedi... Meğer ki sadece rehberliğe gelmiş. 2. ziyareti daha fırtınalı geçebilir.. diye düşünüyorum.

Yıllı, alkolü seven hocalarımızdan bi tanesi bayan müfetişin tekiyle çok fena kapışmış. müfettişin bayanını hiç tahmin edemiyorum. Şöyle kalın çerçeve gözlüklü, sexeter görüntüsü olan bir model tahmin ederdim. Görmedim kendisini ama tavırları beni hiç yanıltmadı. 44 yaşındaki kendinden büyük bir öğretmeni öğle yemeğinden edecek kadar moralini bozan terbiye seviyelerinin yerlerde gezindiği bir müfettiş... Allaha yakın, benden uzak dursun..



Artık müfettişler böyle sorular sormaz oldular öğrencilerimize. Onların dertleri bizimle. Yıllık planın va mı? ŞÖK var mı? Zümrende şu belirtilmiş mi? Toplum projesi yaptın mı? Sınav analizi yapıyor musun? Sınıf defterine işlediğin dersi mi yazıyor musun?
tırı vırı... Bunun gibi 40 mevzu... Ha ben anlatınca anlamıyor, sınıf defterine 'Balkan Savaşı' yazınca anlıyor öğrenciler.. Hai o kadar kolay yani...

Neyse canımızı sıkmayalım, dinleyelim şarkımızı...



17 Ara 2011

Bir öğretmenin isyan ettiği nokta

'Öğretmen olmak rahat iştir!' denmesi yurdum insanın bizlere ne kadar bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarını açıkça göstermektedir. 'Kardeşim bir kere memursunuz, maaşınız sabit..' diyenlere şu 2 soruyu sormak isterim. 

1. Evine iş getiren kaç memur gördün? 
Bunlar kalsın yarın devam ederim mantığıyla memurun işi hep ertelenir. Öğretmen ise yarına yetiştirmezsem şu olur bu olur telaşıyla o iş eve gider.
2. Evine iş getirmeyen kaç öğretmen gördün?
Evinde yapmazsa olmayan bazı öğretmene ait işler vardır ki bu bilgiyi öğrenmeleri için ya bir öğretmen olması gereklidir ya da bir öğretmenle evli olması gerekir. (Emekli öğretmenleri konu dışında bırakıyorum.)


Neden bu kadar sinirliyim?
Çünkü bugün benim en sevdiğim gün ve ben bugün insanların öğretmenler için en basit olduğu zannedilen işlerim yüzümden okula gitmek zorunda kaldım. Kaloriferi yanmayan ve Sibirya soğuklarını aratmayan sınıfımda performans ödevlerini (bilmiyorsunuz dimi? Sizin bildiğiniz dönem ödevlerini) değerlendirdim. 5 saat sürdü. Uykumu alamadığım için haftanın en sevdiğim saatlerini uyku ile geçirmek zorunda kaldım. Şimdi uyandım. Üstümde bi mallık var. Bunun için paramı aldım? Hayır. Ama memurum. Sizin bildiğiniz 'fazla mesai' işi ne oldu?

Yoğunum. Bu dalgınlık da meydana getiriyor. Sevgili sevgilim benden akşam gelirken almam gereken birkaç şey isteyecekse bir kağıda yazıp akşam dönüşte onları alma eylemim herhalde birçok Türk erkeğine has özelliktir. Lakin 'Söz uçar, yazı kalır.' sözüyle olaya bakılıp 'Bugün birşey unutmadım.' rahatlığı varken insanlarda, bu olay bende çok kısa sürer. Bir telefonla arayım diyip elime cebime attıysam eğer bu kez telefonumu okulda unuttuğumu farkederim yine bu unutkanlığıma bir küfür sallarım. Yazılı kağıtlarını unutmayım diye akşamdan kapının önüne koyarım. Kapıyı çekerken kapının dibindeki kağıtları görmeden kapıyı çeker giderim. Durumu, taaa ki okula vardığımda farkederim. Umarım başıma büyük belalar gelmez...

Öğretmenlik gerçekten yorucu. Yine geçenlerde ADEY olayları öğretmenlerin üstünden geçti, hiçbirinizin haberi yoktu. Geçen sene TEFBİS vardı. Zaten ne oluyor kardeşim biz öğretmen miyiz anketör müyüz dedik büyün meslektaşlar olarak. 2. dönem de bir benzeri geliyormuş. Bana da geliyorlar doğrusu. Böyle giderse yapmam gereken 1. öncelikli işlerimi aksatır hale gelebilirim. Bunun huzursuzluğu beni geriyor. Onun haricinde bir de bizim bu işlerin eğitim-öğretime zararı yetmiyormuş gibi seminere çağırarak derslerin boş geçmesine neden oluyorlar. Ondan sonra programı yetiştirmeliyim derdini öğretmen çekiyor. 

Bir türlü 'İşim bitti' diyemiyorum. Kendimi bir sınava falan hazırlanıyor sanıyorum. Yapılması gereken biton iş var. Gelecek haftaya anlatmam gereken konunun sunumunu yarın hazırlayacakken, şu 5 saatimi alan performans görevlerini e-okula girmek şuanda yapmam gereken iş olarak beni bekliyor. Ondan sonra da proje görevlerini ayarlamam gerekiyor. Yoksa Pazartesi günü okula girdiğimdeki ilk 10 metre içinde öğrenciler tarafından 350 defa sorulacak olan 'Bana proje görevi verir misiniz?' sorusuna verebilecek bir cevabımın olması gerek. Kavramlar ne kadar çok değişmiş değil mi? İşte buişler böyle beyler. Öğretmenlik, sizin bildiğiniz gibi 'Salla kafayı al maaşı.' değil...

'Bu Benim Eserim' pojesi diye birşey var bir de. 6, 7, 8. sınıf öğrencilerinden birşey tasarlamasını, fakat bu şeyin asla ve asla önceden yapılmamış birşey olmasını istiyorlar. Dereceye giren örneklere baktığında 'yuhhh...' diyorsun. Çünkü o örneklerin fikirlerini ve pratikte yapımını ne bir öğrenci, ne de bir öğretmen yapabilir. Bir sürü illegal iş dönüyor. 2-3 çocuğu meşhur etme niyetiyle geçen bir sürü boş dersler. Kesinlikle ve kesinlikle öğrenciye katkısının olmadığını düşündüğüm bir projeyi yapmamız için baskılar tepemizde koşuşturuyor. Gerçekçi olmak lazım efendim. Hiçbir okul bir özel okul gibi değil. Maddi imkanları, olanakları, öğrencilerin dünya görüşü belli. Ben sadece 'ders anlatılmalı, ders çalışılmalı.' demiyorum. Tabi ki öğrenci öğrendiğini günlük hayatta görecek. Ama bunu isterseniz öğretmenlerimize bırakın da kendi olanakları doğrultusunda göstersinler. Hiçbir okul aynı değil. Tuvaleti olmayan bir okulla, üniversitelerden yardım alan kolej okulları aynı değil. Bunları aynı torbaya koyamazsınız.

İşimi seviyorum. Öğretmenlik tam benim yapmam gereken bir iş. Hergün 10 saat ders anlat deseler eyvallah derim. Fakat bizleri yöneten insanlar bizim bir anketör veya dolgu madde olmadığımızı bilsin istiyorum. Olaylara biraz da gerçekçi gözle bakması gerektiğine inanıyorum.

9 Ara 2011

Yılbaşı karmaşası

Heralde hayatımda bir daha hiç bu kadar biden fazla 'yılbaşını birarada geçirelim mi' sorunsalı ile karşı karşıya kalmadım, kalmayacağım da. Yıllardır... -hatırlayamadığım veya şimdi hesaplamaya erindiğimden olsa gerek bu ifade kullanıyorum- 80 yıldır yılbaşını yalnız kutluyorum. Ev arkadaşlarım içerde TV izlerken ben odamda uyuyakaldığımı, evde tek başıma internet başında veya müzik dinlerken geçirdiğimi bilirim... veyahut aile saadeti işte... Yani hiç bi eğlenceye gidip rahtça istediğim gibi davvrandığım, içtiğim, muhabbet ettiğim bir yılbaşı geçirdiğimi hatırlamıyorum.

Bu yıl ise eşimin bir arkadaşı ve benim ilkokuldan beri görüştüğüm en eski diyebileceğim arkadaşım... İkisi de davet etti. Bu da hiç iyi değilmiş efendim... İkisini de çok severim lakin birini reddetmek gerekiyor. İlkokul arkadaşım dediğim H.C diyim artık kendine... H.C'nin sağı solu belli olmaz. 'Bi arkadaş daha geliyor..' der ve kendimi onun aşırı sosyal yanında yalnız hissetmeme neden olmazsa hiç şaşırmam. Gariptir, bazen düşüncesizdir, plan yapar, panik ataktır. Ama çok severim... Diğerlerini beklemeye almak istiyorum çünkü H.C ye bi söz verdik bakalım...

--------------------------

mim-ödül arası birşeyler dolanıyor blog aleminde... Missbone de beni eklemiş. Yani ödüle boğğmuş. Acaip şımardım, çok mutlu oldum. fakat okursanız görürsünüz. 10 kişiye ödül vermem gerekiyormuş. Aslında uzun zamandır yazamamın nedeni buymuş, yeni farkettim. Günlerdir bunu düşünüyorum. Ne yaparım, ne ederim diye. Ben akrarsız adamım kardeşim. Ödül benim için önemlidir. Kime ne diyeceğimi bilmem için oturup uzun uzun üzerinde konuşmam, tartışmam, uzun uzun yazılar okumam lazım. Lakin Perşembe günü okuldan gelince (18:00'da) yorgunluktan uyuyakalarak ne kadar yoğun bir insan olduğumu bir kere daha anlayıp, 'Daha fazla kasma olum..' diyerekten beyaz havluyu atmış durumdayım. Kusura bakma Missbone. Özür diliyorum senden...

4 Ara 2011

Kaliteli Müzik Dinlemek

Bu konuyu ilk kaleme alışım değil. İşte burada sinyallerini vermiştim aslında... O zamanlardan bu yana adam akıllı elime alamadım bir türlü şu gitarı. Hiç mi almadım? Aldım ama disiplinli bir çalışma içine giremedim. Her elime aldığımda aynı şeyleri çalmak, aynı tellere vurmak sıkıcı geliyordu artık. Yeni bir tarif öğrenmeliydim. Ama olmadı. Hayat beni uzaklaştırdı ondan. Kusura bakmayın çok ukala bir yazı olacak bu sefer...



Bir anda eskilere dönüp bu konuyu tekrar açmamda 2 sebep yatıyor:
Bu konunun halen içimi kemiriyor olması ve sevgili dostum E.E.E'nin eskiden atmış olduğu bir solo ekiyle yollamış olduğu mailde -bunu demek istemiyorum ama- gitarı bırakmış olmanın acısını benimle paylaşmış olması. Bak yine atıyor nabzım seri seri, sinirlendim yaaahu... Dur bi meyve yiyip geleyim bari...

Geldim... Süreci değerlendirdiğimde şöyle bir kanıya varıyorum. 'Gitar çalmak' denilen şey sadece teller, perdeler, parmak antremanları, akor ve notalardan ibaret değil. Bu tekniklerimizi geliştirmekle kalmayıp bu alet bizlere başka değerler vermiş durumda. Artık bir müzik sesi duyduğumuzda farklı dinliyoruz diğerlerinden. Rock seviyoruz. Ama bir özenti gibi değil. Kaliteli ile kalitesizin ayrımını yapabiliyoruz. Farklıyız ve bundan dolayı gurur duyuyorum.

"Ne tarz müzik dinlersin" diye sorduğumda insanlara "Kulağıma hoş gelen her türlü müziği" dinlerim derkenki yüz ifadesi 'Yani müzik kültürüm çok geniş, her tarzı bilirim, her bi boktan anlarım ben...' diyen müziği küçümseyenlerden farklıyız biz. Bunu derken sanki bizler kulağımıza hoş gelmeyeni kendimize acı verirmişçesine dinlermişiz gibi söyledim. Fakat yanılıyorsun. Bira içerken rock dinleriz, lakin her rock yapanı dinlemeyiz. Pop dinlerken şarkıya eşlik ederiz, lakin her pop yapanı dinlemeyiz. Tekno dinlerken dans ederiz, dans ederken sarhoş oluruz, lakin bunu her teknoda yapmayız... Yani anlayacağınız gitar bizlere bir elek, bir test aracı geliştirdi. Bazılarına para, bazılarına aşk, bazılarına... ne biliiim işte bişiler kattı bu şey işte... Ama bize kattığı en önemli şeyin bu olduğunu sanıyorum: Kaliteli müzik dinlemek...