Biliyorum uzunca bir süre buraya gelemedim .Çok yaşanılan ve anlatılacak şey var...
Geçtiğimiz hafta sonu Özcan Yurdalan'ın belgesel fotoğrafçılık üzerine olan bir ötölye çalışmasına katıldım. Cuma 10 saatlik dersin ardından 18:00 de başlayıp 22:00 de biten ötelye çalışması hafta sonumun nasıl yoğun geçeceğine dair yeteri ışık tutmuştu aslında. Fotoğraf çekmeyi öğretecekti. Fotoğrafın 'Aaay bu kediler çoook tatlıııııı...' dedirtecek nitelikte OLMAMASI gerektiğini, fotoğrafın bir öyküsü, bir kompozisyonu olması gerektiğini bize hissettirerek kafamıza vura vura 30 saat boyunca anlattı durdu Özcan hocamız. Sahaya çıkıp grup çalışmaları ile bu konunyu uygulamalı olarak da gördük. Muhteşem bir etkinlikti. Resmen "Fotoğraf çekmeye yeniden başladım." diyebilirim.
Pazar akşamı dünyaya farklı bir başık açısı ile bakmayı öğrenmiş bir şekilde geri döndüm evime. Karnım bir hayli açtı. Yemeğimi yerken bir telefon. Eşimin telefonu çalıyor. O sırada ben baktım telefona. Kayınpeder... Hiç alışkın olmadığım bir ses tonunda...
- ...
- Buyur baba?
- Yardımına ihtiyacım var.
Söyleminden ciddi birşey olduğunu anladım.
- Adnan dayın var ya... (Eşimin dayısı oluyor.)
- Evet..?
- Onun oğlu var ya...
- Evet..?
- O öldü...
Kafam hızla çalışmaya başladı. Adnan dayıyı hatırladım. Çocuğunu hatırladım. Gencecik sapasağlam çocuktu. Hasta değildi... E peki neden? TRAFİK KAZASI...
Üzülmeye bile vakit harcamadan anında müdürlerimizi ertesi gün için veya 2 günlük izin isteyip cenazeye gitmek için telefonlara sarıldık. Benimkinde sorun çıkmadı ama eşmin kıl tüy müdürü arıza çıkardı, 1 günlük izin alabildik. Gece 02:00 de vardık. Ev, 2 katlı üst katında eşmin dedesi, alt katında dayısı oturuyordu. Heryerden ağıt sesleri yükseliyordu. Annesini göremedim. Ama babası bitmiş bir haldeydi. 2 saat kadar dayanabildim. Sonra pilim bitmeye başladı. Ertesi gün yoğun bir gün olacaktı. Uyudum... Sabah 7 buçuk. Ağıt sesleri devam ediyordu. Nasıl gelmesin?
Çocuk 17 yaşında. Sevgilisini görecek diye babasından gizlice arabayı kaçırır. Araba toros. Aşırı hız, ve emniyet kemersiz bir yolculukta ufak bir dikkatsizlik sonucu araba yoldan çıkar. Ailenin tek çocuğu, tedavilerle olmuş, üzerinde çok titrenilen melek gibi bir çocuğu cam dışarı fırlar ve olay yerinde beyin ölümü gerçekleşir.
Belki çocuk kurtuldu diye düşünebilirim. Sakat kalabilirdi veya felç... Ancak arkasında bıraktığı bir yığın enkazı toparlayabilecek bir bir psikolog ne de başka bir çocuk olduğunu düşünüyorum. O annenin ve babanın halini tahmin edemezsiniz. Benim de şansıma arkadaş ilk defa cenazeye katıldım. Böylesine acı bir manzara çocukla çok bir geçmişim olmamasına rağmen beni bile sarstı.
Ancak benim için enteresan bir deneyim oldu. Cenaze arabasının gelmesi, yıkanması, herkesin bir safta dizilip dua etmesi dikkatimi çekmedi değil. Yukarıdan görüntüsü muhteşemdi. olayın gerçekleştiği sıra mükemmel bir fotobelgesel konusuydu. Ben demeden eşim bu fikri öylemişti bana. Ama bu konuda çalışacak cesaret ne ben de vardı, ne de başkasında. Kolay değil... O tele lensi bir taraflarıma monte ederler, o şekilde hayatıma devam ederdim. Dua kısmı beni gererdi. İnanmadığım bir olayda rol yapmak zor iştir. Sağolsun kayınpederim halimi anladı. Cenazeyi camiye doğru götürdükten sonra beni aldı bir kahveye götürdü. Gerekli dini eylemler orada geçekleştikten sonra mezara gitme vakti gelmişti. O sırada evde pilav dağıtılıyormuş. Evdeki yaşlı bayanları arabaylamezarlığa getirip götürme işinde oldukça oyalandığım için ölü gömme törenine katılamadım. Artık başka sefere... Hatta mümkünse bir kez de cenaze yıkama işine dahil olmak istiyorum. Ama ne kadar mümkün olur bilemem.
Çok vakit geçirdimiz biri değildi. Bayramdan bayrama görürdüm. Eline 3-5 harçlık vermek hoşuma giderdi. O yüzünden eksilmeyen gülümsemesi gitmiyor zihnimden. Oysa ki hiçbir paylaşımımız yoktu. Ailenin sevilen, eğlenceli bir karakteri olduğu belliydi. Artık O yok. Arkasında bir enkaz bırakarak gitti. Üzülüyorum... Çocuğa değil, anneye, babaya...