Bu postu nereye yazacağıma karar veremedim. Her ne kadar fotoğraf ile ilgili de olsa 1ininkareleri'ne değil buraya yazmalıydım. Ne de olsa bir içsesti....
Dün üyesi olduğum KUFSAD'da ayın fotoğraf değerlendirmesi vardı. Ayın fotoğraf seçkisini İbrahim Demirel yaptı. Gitmeden birkaç gün önceden kimmiş bu İbrahim Demirel dedim ve internetten küçük bir araştırma yaptım. İsmini duyuyordum ancak kim olduğunu bilmiyordum. Fotoğraf ile alakamın ilk yıllarından olsa gerek bu küçük cahilliğim. Oysa ki bilinmesi gereken değerli bir insanmış. Fotoğrafta oldukça otoriter. Fotoğraf tarzına baktım. Grafik, altın oran, fotoğrafta olması gereken klasik kurallara katı katısına bağlı olan bir sanatçı.
Son aylarda Özcan Yurdalan'ın belgesel fotoğrafçılık atölye çalışmasına gittiğimde bu kuralların ötesinde şeyler öğrenmiştik. Ara Güler bile öyle diyordu. Fotoğrafta hikaye olmalıydı. Baktığında fotoğrafla alakan olsa da olmasa da bir duygu, bir hikaye anlatmalıydı. Bundan çok etkilenmiştim ve o günden sonra her deklanşöre bastığımda Özcan Yurdalan'ın sözü aklımdan geçiyordu. 'Bu fotoğrafı neden çekiyorum?'
Yandaki fotoğrafa bakınız. Ne hissediyorsunuz?
Tam bir grafik kaygılı fotoğraf. Bir duygu olduğunu düşünmüyorum. Ardı ardına gelen yel değirmenleri tam bir yarışmada derece almak istenmişçesine çekilmiş sanki. Grafik kaygılı fotoğraf diyorum ben buna...
Bu fotoğrafı bir belegesl fotoğrafçısına göstersek adım gibi eminim yerden yere vurur. Sebebi açık. Hikayesi yok, insan yok, duygu yok...
O günden sonra böyle fotoğraflardan uzaklaştım ve klasik anlamda bilinen altın oran, insan eklemlerinin kesilmesi konusu olan katı kurallardan uzaklaşmaya başladım. Bu düşünceyle aşağıdaki fotoğrafı yolladım.
Gördüğünüz gibi fotoğraf grafik açısından sınıfta kalıyor. Ancak fotoğrafta bir insan unsuru, bir hikayesi var. Belgeselcilik kafasınla gittim oraya. Ancak hata yaptığımı Ali Demirel konuşmaya başlar başlamaz anladım. Adamın her sözü grafik, altın oran, uvuzların kesinlikle kesilmemesi... Bu söylediklerinin hiçbir benim fotoğrafımda yoktu. Ancak ünlü ustad Ali Öz'de de yok bunlar. Ancak hata yapmıştım. Fotoğrafımı yerden yere vurdu. Üstteki dağ neden kesilmiş? Sağ taraftaki duvarın görünmesi onu rahatsız eder diye düşünmüştüm. Ancak tam tersine. Orayı da almam gerekiyormuş. Hatta oraya çıkıp oynayan adamları yukarıdan çekmem gerekiyormuş. Lakin bu fotoğrafı çekmemdeki amaç şuydu.
Deve güreşlerine giden insanlar oraya sadece deve güreşlerini izlemek için değil, eğlenmek için de gidiyorlar. Bunu fotoğrafla anlatmaya çalıştım. Sadece oynayan insanları çekersem bu duyguyu nasıl verebilirdim ki? Olayın geçtiği yer nasıl anlaşılsın o zaman? Sonuç olarak gece sonunda şu kanaata vardım. Fotoğraf yarışmaları veya seçkilerine kesinlikle juriye göre fotoğraf göndermek gerekli.
Gelelim fotoğrafın sanat olup olmadığına. Yıllarca tartışılagelmiş ve bir cevabı bulanamamış bir soruya. Bu kadar subjektif olan birşey sanat olabilir mi? Gitar çaldığımdan yola çıkaraktan müziğin bu kadar subjektif olmadığını söyleyebilirim. Tarz meselesi diyip bir müziği sevmeyebilirsiniz. Ancak o müzik bile bazı kurallar çerçevesinde bestelenmek zorunda. Söylerken detone olmamak, belli ölçü değerlerine uyulması gerekmektedi. Peki fotoğraf neden böyle olamıyor? Alanlarında 2 farklı usta nasıl bu kadar çelişebiliyor? Böyle olunca fotoğrafa sanat demek içime sinmiyor.