28 Eyl 2012

Kursta inatçılık yarışması

Okulda kurs açıyoruz. Halk Eğitim Merkezi'nin desteğinde olduğu için çocuklar herhangi bir ücret ödemeden bu kursa katılabiliyor. Öğretmenler de Halk Eğitim Merkezi'nden hakettiği ders ücretini alıyorlar. Yıllardır veririz bu kurslardan. Yararı da olur..

Geçen yıl Türkçe hariç kurs saatlerini haftaiçi ayarlamıştık. Haftasonu okula gelmek herkese zor geldiğinden sadece Türkçe dersine giren arkadaş 2 yıl üstüste gönüllü olarak haftasonuna almıştı ders saatlerini. Bu sefer O da haklı olarak 'Tamam artık, ben de haftaçi vereceğim.' diyerekten işin içinden çıktı.

Kursların haftaiçi olması için bütün çabalar sarfedilir. Uzun uzun toplantılar olur, programlar çakışır falan filan...

Bu sene işler bayaaaa karıştı. Artık haftasonu 2 kişinin kayması şarttı. 

Sosyalcinin, hem egzersizi hem de kursu haftaiçine sıkıştırarak bütün programı doldurması yetmiyormuş gibi 'Ben haftasonu kesinlikle vermem. Haftasonu olursa ben hiç açmam bu kursu...' diyerek inatçılık yarışında ön sırada yerini alması...

2 fencinin, uzaktan geldiğinin bahanesinin altına sığınması...

İngilizcecinin zaten az ders saatim var. Bunun için haftasonu gelinmez düşüncesi...

Benim ise Türkçecinin dahil olmadığı bir kuraya 'ne çıkarsa bahtına...' diyerekten ortada bir karar alma fikrime bir tek sosyalcinin arıza yapması...

İşte bütün bu sebepler bu işin Pazartesi'ye kalmasına sebep olur...

26 Eyl 2012

Kısa bir günün pişmanlıkları

Kararsızlığıma sokayım. Gece 10 buçuk olmuş, uyumam gerekiyor. Bigisayarımı kapattıktan sonra pişmanlık yaşayıp sonra tekrar açtım. Sanırım dayanamıyorum, yazıcam. Zaten melo da yaz demiş, tweet etmiş. Gaza gelmemek mümkün mü?


Bugün eşimi okuldan almak için gittim. Sınıfında sadece 1 çocuk kalmış. Ailesini bekliyoruz gelsinler de alsınlar diye çocuğunu. Elinde topitop şeker... Kemirip duruyor. Sahte sevecenlikle yanaştım. 

'Merhaba' dedim. 
Tepki yok...
'Merhaba benim adım Koray. Peki seninki ne?' 
Yine tepki yok...


Mal çocuk pısmış kenara. eğmiş kafasını.. Anca topitopuyla uğraşıyor. Len neyinlen uğraşcam senin yaa dedim takıldım.



'Getir şekerinden bi kerecik yalayım..' dedim. 

Zuhahaaa salak şey tabi gerçek sandı.
'hayııaaeer...' 


Neyse, tepki vermesi iyidi benim için. Ama meğer ki yanlış hareket yapmışız. Çocuk davranışları konusunda felaket analizler yapabilen eşim hayatalarımı altalta sıralayınca anladım ki baba olmaya hazır değilim ben. Oysa ki daha dün isim beğeniyorduk.




Bu aralar milli eğitim biraz karışık. Güzelim İzmir'imde ortaokul öğrencisi öğretmenini sınıfta bıçaklarken * millet alan değişikliği telaşındaydı. Sınıf öğretmenleri branş öğretmenliğine göz dikmiş. Herkes kapış kapış branşçıların kadrolarını doldurma telaşında idiler. Takip ettiğim bir mail grubu var. İlköğretim matematikçilerin grubu. Kitaplar, sorular, sınavlar paylaşılıyor falan.. Bir baktım ki alan değişikliği ile bir tartışma var. Bayaa yazılmış altına. Takip etmediydim. Bir baktım ki daha sonra varılan nokta şu: 'İlköğretim matematik öğretmenleri LİSElere geçiş yapabiliyorlarmış.' 'hasssktirr....' dedim içimden. Sahiden mi lan dedim?


 Hemen sisteme girdim. Sistemde açık görünüyor. Bulunduğum ilçedeki bokta 2 lisenin matematik kadrosunu yazabiliyordum. Başvurmam için inanılmaz acele etmem gerekiyordu. Çıktıyı alıp milli eğitime uçmam lazımdı. Son yarım saatim vardı hayatımın kararını vermek için. En kötüsü de YALNIZDIM. Evde sadece temizlk yapan kadın vardı. Ona soramazdım. Sormak istediğim tek kişi vardı o da eşimdi. Onu şimdi arasam tepesinde 23 velet... Kesin bakmazdı telefonuna. İçimden bir ses... 

'Koray sen tezcanlısın. Ne zaman acele karar verdiysen hepsi hüsrana dönüştü.. DUR!!!' dedi içimdeki ses ve bekledim. 

Tabi başvuru süresi bitti ve eşime söyledim durumu. Net bir cevapla direkt 'eee başvursaydın...' oldu. 'OHAAA...' dedim içimden. TEZCANLI olan kimdi? Ben mi, eşim mi? Tekrar geri dönüş yoktu. 2 kurum arasında dağlar kadar fark vardı. Çalışma şartları, öğrenci tipleri, konular... Belki özel ders bulma ihtimalim artacaktı. -ki artmayabilirdi de... ne de olsa çok iyi okullar değil- Belki başım belaya girecekti allahın ergen liselileriyle uğraşırken..

Sonra pişmanlık ve evde ufak bir gerginlik...


İşte... Bugünün özeti bu...




21 Eyl 2012

Editör beni beğenmiş :)

Geçen hafta Cumartesi günü fotoğraf hastası bir arkadaşım (Recep) ve başka bir arkadaş fotoğraf çekmek için antik şehir Miletos'a gittik. Alsında bu grup bayağı bir kalabalıktı geçen sene. Bu sefer azdık. Ben ise ilk defa katılıyordum aralarına. Onların elinde profesyonel 1 milyarlık makinalar. Bende ise 200-300 milyonluk 10 megapiksellik samsung dijital fotoğraf makinası.. Onlara eşlik ettim. :)


İlk önce yolda giderken durup pamuk toplayan işçileri çektik. Recep, pamukların makro çekimlerini kendininkinden daha iyi olduğunu söyledi.. Eveti kalktı bi taraflarım :)

Marjinal bir kompozisyon yapayım dedim... ve aşağıdaki fotoğrafı çektim. Tabi daha sonra Recep ufuk çizgisi konusundaki kuralları dinleyince tekrar bakayım şu fotoğrafa dedim ve kendimden utandım... :)

Meğer ufuk çizgisi fotoğrafın alt kenarı ile paralel olmalıymış. Benimkini görüyor musunuz? (kırmızı çizgi ile üstünden geçtim) :))












Hocamız bir kare çeker. Arkasından hemen biz, 2 acemi gider, aynı kareden biz çekeriz. Tabi sonra aynı fotoğraftan 30 adet çekilmiş olur.. :)) Her fotoğraf yorumlanır. Bu tarafa boşluk bırak. Pozlamayı düşür. ISO yu artır...

Hepimizin çektiği 100lerce ortak karelerden bana ait olanı aşağıda. 


Fotoğraf çeken insan çekmek iyimiş, güzelmiş. Anlam veremem bu duruma ama ben de katılayım dedim bunlara.. ve dedim ki ben de fotoğraf çeken kişiyi çeken kişinin fotoğrafını çekmek.... dıızzzzztt error.... mavi ekran :)


Benim bulunduğum kare, arkadaşın takıldığı fotoğraf sitesinde günün 3. fotoğrafı olarak seçilmiş. Editör sanki fotoğrafı değil, beni beğenmiş.. Kendimle nasıl gururlandım bilemezsiniz. :)) Üzgünüm ki o fotoğrafı burada paylaşamıyorum. Çok da iyi değil zaten... :P


Ayrıca kısa kısa...

  • Geçen dişçi hafta yaşamış olduğum krizi anlatmadım. İmplant yaptırıyorum. Bilmeyenler için kısaca bahsedeyim. Dişimin bir tanesini kaybettiğim için yerine vida ile diş takacaklar. Zorlu bir tedaviye aç gittiğim için tansiyonum düştü. Kısa bir baygınlık geçirmiştim. Dün yine gitmem gerekiyordu. Tıkabasa karnımı doyurdum. Ama O ne yaptı? Sadece dikişleri aldı ve 'Tamam 3 ay sonra görüşürüz...' dedi ve yolladı beni... :S
  • Yalnız yemek yemek çok sıkıcı. Eve geldiğimde karnım zil çaldığı halde yemek yiyemiyorum... En çok böyle zamanlarda özlüyorum sevgilimi... :((

19 Eyl 2012

Ev erkeği

4+4+4 sisteminden dolayı okulum 12 dedimi bitiyor.. :) Eskisine göre süper.
Hatun ise bu yıl öğlenci olduğundan o gidiyor, ben geliyorum eve... Tabi o yorgun olduğundan kim yapıyor yemekleri?

EVET, ÖVÜNEREK SÖYLÜYORUM Kİ BEN!!!
:)

15 Eyl 2012

Tatil Anılarım #6

KAPUTAŞ PLAJI - 15.07.2012
Dalıştan hemen sonra arabamıza atlayıp kendimizi yine yollara attık. Planlara göre ilk durağımız Fethiye Ölüdeniz'di lakin öyle olmadı. Bize Kaputaş plajına gitmemiz gerektiğini söyleseler de biz 'Amaaan, kim bulcak da gitcek şimdi oraya... Hem plaj dediğin nedir ki? Kum ve deniz...' dedik. Ama bulması hiç de zor olmadı. Fethiye yolu üzerinde virajlı yollarda seyir ediyorduk. Birden karşımıza kenara çekilmiş onlarca areaba gördük. Bir baktık ki tabela... 'KAPUTAŞ PLAJI'

Madem gelmiş bulunduk bir gidelim. Zaten gideceğimiz yer görülüyordu. Aşağıdaki manzara plajın yoldan görülen açısıydı.


Biz de hemen oraya inen merdivenlerin başına arabayı çektik. Merdivenlerin başında mısır satan amcadan birer mısır alarak kendimizi 200 küsür merdivenden aşağı yuvarladık... Denize girdik ve mısırlarımızı kemirdik... :)

Fazla oyalanmadan yukarı çıktık. Yolun devamında bir incir ağacın dibinde küçük bir çeşme gördük. Hemen gittik. İnsanlar oraya bir de yarısından kesilmiş 5 litrelik su bidonu koymuşlar. Suyu ona doldurup doldurup başımızdan aşağı döktük. Tuzlarımızdan arındık. Sonra yine yola devam...

FETHİYE / ÖLÜDENİZ - 15.07.2012
Sugar Beach Clup'ta gecemiz gürültü, sivrisinek ve sıcaktan dolayı oldukça sıkıntılı geçti. Kamp'ın bulunduğu mevkideki deniz berbattı. Sitedeki fotoğraflara sakın ola ki aldanmayın. Hani bir azmak olur ya... Suyu sığ, sıcak ve dalgasız. Başımızı suya sokamadık o kadar diyim... Neyse bir yine 1 gece kaldık, ertesi gün Ölüdeniz'den Kelebekler Vadisi'ne kalkan teknelere atlayıp kendimizi Kelebekler Vadisi'ne attık. Tabi ki amacımız kelebek görmekti. Lakin sadece güve boyutlarında 2 adet kelebek görmekle yetindik. Bir de şelale varmış. Patika yoldan şelaleye de gittik. Gidene kadar biraz pişsek de şelalenin altında (pardon şelaleciğin altında) serinlemek yine de güzel oluyor...
Kelebekler Vadisi'nin tek olayı şudur. Çılgın olacaksın. Uçlarda yaşayan rocker olacaksın. Üniversiteden 3-5 arkadaşın olacak, ama sap olmayacaksın. Burada sahilde kamp kurup ot çekip gitar çalacaksın... Bunlar bizi aştığı için aynı hızla geri döndük tabi... :)

KAYA KÖY - 15.07.2012
Navigasyon cihazımız sağolsun 'Bizi Ölüdeniz'den Fethiye'ye götür.' dedik bizi alakasız bir yola soktu. Gittik, gittik ve gittik.. Bir baktık ki Kaya Köy diye bir yere vardık... Navigasyon halen daha götürüyor bizi ama Kaya Köy ilgimizi çekmedi değil.. Eski, yıkık bir harabe. Ama az buz değil, oldukç büyükmüş. Çatıları yapmak için  oldukça değerli bir malzeme varmış. Daha sonraları bu değerli malzeme için çatı, kapı, pencere demeden herşeyi söküp almış insanlar. Geriye kayadan bir harabe kalmış, enteresan. Bir de evleri tepeye yapmalarındaki neden de şu imiş. İnsanlar tarım ile uğraştıklarından düz alan onlar için değerliymiş. Düz ovayı tarım, dik dağlık alanı da konaklamak için kullanmış eski insanlar...

GÖCEK - 16.07.2012
Fethiye'den 1,5 saat yol aldıktan sonra kendimizi Göcek'te bulduk. Kalacak bir çadır kampı da vardı. Fakat sevgilimle ben gözgöze gelip artık yeter dedik... Adam gibi bir yere gidip neyse parası verip kendimize bakmak istiyorduk. İlk gördüğümüz yere gidip (Göksel Apart Otel) kendimize güzel bir bakım yaptık. Ben sakal traşı oldum. Eşim makjını yapıp ojelerini sürdü. :) Göcek merkeze indik. Yemeğimizi yiyip geri döndük ve apart otelimizde temiz bir uyku çektik. 

Ertesi gün evimize (Çubucak orman kampına) geri dönmemiz gerekiyordu. Klimalı odamızda sabah geç kalkıp uzun uzadıya kahvaltımızı ettik ve yola çıktık. Oyalana oyalana evimize geri döndük.

İşte bu gezi maceramızın sonu da bu şekildeydi. Her anı ayrı bir heyecan, keyif vericiydi. Hepinizin böyle bir deneyim yaşaması dileğiyle...

Bütün bu maceramızı harita üzerinden takip etmek isterseniz burayı tıklayın...


Daha Büyük Görüntüle

14 Eyl 2012

Tatil Anılarım #5

ADRASAN - 14.07.2012

Olimpos'ta yeterince dinlendikten sonra Adrasan'a gittik. Küçük, sakin güzel bir Akdeniz sahili. Biraz arasak da belediye'nin çadır kampını bulduk.Küçük bir yermiş. Denize yakın ve sıcak bir ortamı vardı. Huzurlu bir ortam sayesinde deliksiz bir uyku çektik. Denizi Olimpos'un denizine benziyor. Kındılçeşme'dekinden farklı olarak daha güvenli olduğunu söyleyebilirim.Akşam sahile giderek 1 saate yakın şezlonglarda kafamızı dinledik. Fakat tabi eksiklikleri yok değil. Hizmet yönden oldukça zayıftı Adrasan Belediyesi'nin bu kampı. Duşakabinleri yoktu. Temiz bir lavabosu yoktu.. Ama sıcak bir ortamı vardı.



Sabah her zamanki gibi erkenden kalkıp toparlandık. Ardından denize girip serinledik. Kısa bir kahvaltı sonrasında rotamızı Demre'ye çevirdik...



Demre'de konaklamayı düşünmüyorduk. Sadece sevgili sevgilimin çocukluk kahramanı olan Noel Baba'nın kilisesine gidecektik. Aradık, taradık bulduk. Kolay bulunuyor.. ;)



Noel baba aslında geyikle gezen bir tip değilmiş. Onu zaten biliyorduk da aslında hiç öyle birinin olmadığını da zanneden arkadaşlarımız da vardır diye düşünerekten buradan onların yanıldığını belirtmek istiyorum. Aslında Noel Baba, Demre'de bulunan bir kilisede başpsikopozmuş...Orjinal adı Aziz Nicolas'mış. Kiliseye giriş 15 TL, müze kart varsa beleş.. ;)



Kekova adasına gidebilirdik. Ama vazgeçtik. Orayı atlayıp Kaş'a yöneldik. Aslında Finike'de tekne turları falan meşhurdur. Tarihi yerler, batık haraberler falan görülebilirdi. Ama açıkçası pek çekici gelmedi...



KAŞ - 14.07.2012


Evet... Bu gezide ençok beğendiğim nokta burasıydı. Saat yaklaşık 14:00 gibi Kaş'a vardır. E.E.E nin bana bahsettiği kampı göremedim. Ama girişte bulunan 2 çadır kampı ilgimizi çekti. Can Mocamp ve Mocamp... Sadece Mocamp... Mocamp'ın sitesini bulamadım ama bana Can Mokamp daha sıcak geldi. İkisinin fiyatı da aynıydı. Can Mocamp'ta bungolaw tipii evler de mevcuttu. Ama tabi bizim tercihimiz her zamanki gibi çadırdı.. :) Çadırımızı kurup soluğu orayı işleten elemanın yanında aldık. Bize önerebileceği güzel bir koy, denize girebileceğimiz bir mekan varmı diye sorduk. Bize benim şimdiye kadar hayatımda göredüğüm en güzel koyu gösterdi. Gerçekten büyülenmiştim. Adı Hidayet Koyu olarak geçiyormuş. Navigasyon'da falan bulmanız mümkün değil. google map te aratınca da görünmüyor. Ama tam olarak noktası burasıdır...


DAlış turlarının tekneleri de oradaydı. Biz de orada biraz serbest dalış yaptık. Ona biraz alıştırma yaptırmak zorundaydım. Çünkü Kaş'a gelmemizin başlıca nedeni SCUBA DİVİNG idi.. :)

GEri döndük. Kaş merkezde birkaç tur atıp kampımıza geldik. Akşam yemeğini kampta yedik. Kampı işleten kişinin eşi ve kayınvalidesi çok güzel yemek yapıyormuş. O akşam onların yemeklerini yedik. 2 kişilik akşam yemeği, sabah kahvaltısı ve çadır toplam ücret 70 TL...

Bize sıcak davranan oranın işletmecisine nerede nasıl dalış yapacağımızı sorduk. Tesadüfen oranın yer sahibi de dalış antrenörüymüş. Hergün dalışa gidiyormuş. Onunla görüştürdü bizi. Eşim ilk defa dalacağı için ona moral depoladı. :) Sabahleyin erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık. Çadırımızı toplayıp arabaya yüklendik. Ordan koştura koştura tekneye... :)

Bizi Güvencin Ada'ya götürdüler. Hepimizi sırayla aldılar. Kişi sayısı 10-15 olduğu için 3 saatte hallettiler.. Sualtı fuanası olarak çok çekici gelmedi bana götürdükleri yer. Daha fazla deniz canlısı görmeyi hayal ediyordum. Ama hem benim hem de eşim için çok güzel bir deneyim oldu. Bu, bizim ilk tüplü dalış deneyimimizdi...

13 Eyl 2012

Tatil Anılarım #4

Biliyorum oldukça yavaş gidiyoruz. Ama bundan sonra blog olayına oldukça hız katmayı planlıyorum. Ciddiyim bu sefer.. :)

TAHTALI DAĞI - 13.07.2012
12 Temmuz'u 13'üne bağlayan kötü bir geceydi. Gece boyunca sahilden devamlı insan seseleri geliyordu. Birara pop müzik duyduk. Biaraarabesk.. Ama muazzam bir volume vardı. Zor uyudum. Sabaha karşı uyandım. Cüzdanımın bulunduğu çantanın arabada olduğu aklıma geldi biran. 2 metrekarelik dağ çadırımızın altını üsütüne getirdim ve gerçekten arabadaydı. Anahtarı alıp arabnın yanına gittim. BAktım ki anahtara gerek yokmuş. Bütün gece kapısı kitli değilmiş. Nutkum tutuldu. Hiçbirşey kayıp değildi. Sustum. Uzunca bir müddet bunu sevgili sevgilime söylemedim...

Bir önceki gün rafting için bizi taşıyan servisin şoförüyle yaptığım sıcak diyalog sayesinde bugün gideceğimiz Tahtalı Dağın teleferini uzuca getirttim.. :) Ahmet diye birisi varmış. Adını hatırlamadığım servis soförünün adını verip 50 TL lik teleferik ücretini 25 TL ye düşürttük. ÜStelik nasıl olduysa Ahmet diye birini göremeden yaptık bunu. Neyse, karışık işler bunlar.. :))

Belli bir yere kadar arabayla çıktık.Teleferik istasyonuna vardığımızda biletlerimizi aldık. Sağımızda solumuzda keçlier dikkatimizi çekti.. :) Zirveye çıkış 10 dakikamızı almıştı. Teleferik 80 kişiyi alıyordu. 'Helal..' dedim. Adamlar yapıyor valla... Size bir tavsiye eğer oralara giderseniz. teleferiğe binmek için çaba harcamayın. Teleferiğe enson siz binerseniz cam kenarına denk gelirsiniz ve muazzam bir manzara izlemiş olursunuz yolculuk boyunca.. :) Çıktığımızda yükseklik 2365 metre idi. Dünya'nın denize en yakın olup da en yüksekte bulunan zirvesiymiş. Hayatım boyunca denize hiç bu kadar yukarıdan bakmamıştım. Rehberlerin dediğine göre bir tarafta Alanya, diğer tarafta Finike görülüyormuş ama basıl görünüyor bilemiyorum. Teleskop falan lazımdı herhalde bunları görebilmek için. Abartıya gerek yoktu, ama yine de güzeldi.. ;)Tepede, restorant, hediyelik eşya satılan dükkanlar falan mevcut. 12:00 gibi tekrar geri dönen teleferiğe bindik. Teleferik yarım saatte 1 var. O yüzden teleferiği kaçırdım diye üzülmeyin.. :)

Buarada yamaç paraşütü yapmak isteyenler... Burayı ihmal etmeyin.. ;)

ÇIRALI - YANARTAŞ 13.07.2012
VAkitli ayrıldık Tahtalı Dağı'ndan.. Olimpos'a yöneldik. Yolda giderken paso 'Çıralı' tabelası görüyorduk. Kahverengi tabelada da 'Yanartaş'  falan yazıyordu. Merak ettim gidek görek dedik. Öğlen sıcağında 1 km patika yolda yürüyerekten 'neymiş bakalım bu yanar taş?' diyerekten yol aldık. Sahiden de yanıyor taş.. Şaşırdım. 3-5 farklı noktada kayaların arasından alevler çıkıyordu. Doğal gaz mı var, ne var bilemedik. Enteresandı ama vakti değildi. Siz, siz olun öğlen sıcağında sakın çıkmayın. Çıksanız bile yanınızda mutlaka su bulundurun. Yoksa eşim gibi havale geçirebilirsiniz.. :) Akşam çıkarsanız alevi gece izlemesi daha zevkli oluyormuş. Bilemedik biz...



Aşağı inerken eşim her gördüğüne ' Yanınızda su bulundurun. Yol kısa değil. Bol bol dinlenin' tarzında anne öğütlerini de esirgemedi. Canım vefakar sevgilim benim.. :))

Buarada bu yol aynı zamanda meşhur Likya yolunun başlangıcıymış...

Buradan ayrıldık. Çıralı köyü'nde güzel ev yemekleri yapan bir yer buldukç Afiyetle yemeğimizi yedik. Burada iyi dinlenmiştik. Üstelik bayadır ev yemeği yememiştik. Ana caddeye çıkıp Olimpos'a gitmeyi planlıyorduk ki meğer ki aradan bir yol varmış Olimpos'a giden. Sadece sahiline gitmeyi planlıyorsanız arabayla Çıralı köyü'nden Olimpos sahiline çıkan (naigasyonda görünmeyen) bir yol var. Orayı takip ettik. Güzel bir plajı vardı. Denize girmek istiyorduk. Ama üstümüzü değiştirecek bir yer yoktu. Duş göremiyorduk. Tuzlu kalmayı göze almıştım. Giyindik edindik, attık kendimizi denize..

Güzel bir plajı vardı. İlerde Olimpos'un meşhur o evlerinde kalan insanlar denize giriyorlardı ama bizler oraya bi hayli uzaktaydık. Gitmedik oraya. Sahil kenarında bir restorantın duşakabini kullandık. Ayıp olmasın diye bi portakal sularını içelim dedik ama onlar ayıp mayıp demeden 'taze sıkılmış portakal su'yunu içine su katılmış önümüze koydular. Canları sağolsun...

3 Eyl 2012

TATİL ANILARIM #3

MANAVGAT'TA RAFTİNG - 12.07.2012

Otelden saat 09:00 da çıkış yaptık. Fun Rafting şirketi bizi otelden aldıktan sonra 11:30 gibi rafting yapacağımız alana vardık. Arada 15 dakikalık molamız bile vardı. Yollar oldukça kötüydü. Dolayısıyla sevgili sevgilimin midesi pek rahat durmadı. Burada deniz ayakkabımızı aldık. Islanması sakıncalı bütün şeyleri arabaya bıraktık. Can yeleklerimizi giyindik, kuşandık ve yine minibüse binip 3 km daha yol aldık. Minibüsten atlayıp suya girdik. Tek tek küçük bir şelalede fotoğraf çektirdik. Suyun soğukluğunu anlatmak bile istemiyorum. Tahmin edebiliyorsunuzdur.. buzzzz... Ardından 8 kişilik grup ve kaptan Recai eşliğinde botumuza atladık. Çocukların bile rahatlıkla binebileceği bir etkinlikmiş. Adeta Venedik'teki sandallar gibi. Bir kemanımız eksik.. :) Fakat grup şamata. Kural gereği öndeki bot ıslatılmazmış. Nedenini acı bir tecrübeyle öğrendik. Botların arkalarında kaptan oturduğu için onlar ıslatmak konusunda oldukça usta olduklarından genelde yenilen taraf arka taraftaki bot olurmuş. :))

Bir ara küçük bir iskelenin olduğu yerde durduk. İskeleden atladık. Hatta atlarken sevgili sevgilimin ayağındaki ayakkabı biraz geniş olunca ayağından çıkıp gitti. Az süre sonra yine botumuza atladık ve can yeleklerimizi giydiğimiz yere geldik. Yemek vakti gelmişti. Hazır gelmişken hatunun ayakkabısını da değiştirdik. Yemekten sonra tekrar botlara atladık. Aralarda yüksek akıntının olduğu yerlerden geçtik. Zevkliydi. Korkuyorsanız kesinlikle yanılıyorsunuz. Çekilen fotoğraflar falan hep göz yanılması. Aslında orada gördüğünüz dalgalar, sular falan o kadar yüksek değil. Manavgat rafting için Türkiye'de akan en yavaş nehirmiş.

Karaya vardıktan sonra iş bitmiyor. Fotoğraf ve video satım işleri... DVD ye güzel bir klip çekmişler. Fakat herkesi yaklaşık 8-10 saniye falan çekmişler. Efektler, müzikler hoş ama  TL ye değmez diye düşündük. Sadece 5 er liradan 3 fotoğraf alıp geri döndük. Dönüş daha kısaydı. Sanırım yoldan aldıklarımız bizi gelişte oyalamıştı. Servis bizi öğretmenevine bırakınca, öğretmenevinin yanındaki arabamıza binip navigasyonumuza 'Bizi Kemer, Kındılçeşme kampına götür dedik..' 

45-50 dakika sonra Kındılçeşme'nin olması gerektiği yerdeydik. Yani yaklaşık 15 yıl önce orada güzel bir kamp alanı vardı. Fakat o kamp kapanmış. Bu, benim için oldukça büyük bir hayal kırıklığıydı. Çünkü bu yolculuktaki ilk kamp yerimizdi. ve içlerinde tek haberdar olduğum kamp yeri burasıydı. Haberdar olmasına rağmen olmayan bir kamp yerinden bahsetmiş olmam beni üzdü.

Ama durum o kadar üzücü değildi aslında. Çünkü kampın olması gereken yerine yanında yine tek tük ağaçların altına kurulmuş 3-5 çadırın olduğu bi alan vardı. Alan diyorum. Kamp diyemiyordum. Beton bir zemin üstüne çadırımızı kurduk. Sabahına eski püskü, artık kullanım dışı olan bir otobüsün gölgesinden yararlanmayı planlıyorduk. O gece, içinde acı biber bulunan bir menemeni yemek zorunda kaldım. Acı sevmediğim ve yiyecek başka birşey bulunmadığından 'zorunda kaldım' diyorum. O akşam acı tadına ait tek tecrübem menemende değildi.

Gece aydınlanmak için ampül yakmak zorundaydım. Ama ampülün kablosunu asacak yüksek bir yer bulamamıştım. O yüzden ancak arabanın dikiz aynasından çadırın bir köşesine ip gerip oraya asmıştım ampülü. Yere oldukça yakındı. Aydınlığı gören karıncalar civara hücum ettiler. Çadıra yakın olduğu için huylandık. Nasıl ortamdan uzaklaştıracağımızı bilemedik. Aklıma bir zihnisinir fikri geldi. :)) BİBERGAZI... Tek savunma aracımızı karıncalar üzerinde deneyecektik. İşe yaradı.. Gece oldu. yatma vakti gelmişti. Dişlerimizi fırçalamak için suya ihtiyacımız vardı. Ama suyun olduğu çeşme oldukça uzak, karanlık ve ne olduğu belirsiz bir yerdeydi. Elimizdeki azıcık suda idare etmeliydik. Önce hatun halletti işini. Sıra bana gelmişti. Dişlerimi fırçaladım. Azımı çalkalamak için avcuma suyu aldık ve azıma almamla beraber tekrar biber tadı dilimde belirdi. Fakat bu biber menemendeki biber değildi. Karıncalara sıktığım biber gazının biberi olduğunu dudaklarım uyuşunca farkettim. Karanlıkmış, sakinmiş hiiiiiç sallamadan direkt musluğa koştum. Pis bir lavobaydı ama umursamadım. Defalarca azıma su alıp alıp çalkaladım. Neyse ki geçti.

Çok kötü bir gece sonunda uyandık. Gece hakkındaki detayları sonra vereceğim. Şimdilik bu kadar... ;)